21 Kasım 2014 Cuma

Ne var ne yok?

Evde miskin miskin otururken daha sık yazabileceğimi düşünüyordum; sanırım biraz yanılmışım.Sabah kalkar kalkmaz; gözlerimi ovuştura ovuştura çay koymaya gidiyorum.Esas adamın kahvaltısını hazırlarken, çiçeğimi sulamayı ihmal etmiyorum.Yüzümü yıkayıp, "Kahvaltı hazııır!" nidalarıyla evi şenlendiriyorum.

Sonrasında zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum bile.Gazetemi okuyorum, günlük olarak iş ilanlarını takip ediyorum.Hatta dün bir kez daha iş görüşmesinde bulundum; maaşı tahmin edin, asgari ücret..İş görüşmeleri de en az iş arayışı kadar sıkıntılı.Detaylara girmek istemiyorum, sıkıntılı işte...

Kasım'ın son günlerini evin içinde dönüp dolaşarak geçirirken, düğüne son 9 ay kaldı.Esas adamla sık sık bunu düşünüyoruz.Araştırmalarıma göre; belediyeden nikah tarihi almak için düğüne 6 ay kala harekete geçmemiz gerekiyor zira kayıt defterleri 6 ay önceden açılıyormuş.Ramazan ve bayramları çıkartırsak; düğün mevsimi için en uygun tarihler Ağustosu gösterdiğinden; tüm çiftler bu ay evleniyor, dolayısıyla da istenilen tarihi alabilmek için atik davranmak gerekiyor.Yoksa kimsenin tenezzül etmediği bir tarihte, muhtemelen de hafta içi evlenmek zorunda kalmak işten bile olmuyor.Düğün de İzmir-Ankara arası mekik dokumayı çağrıştırdığından bizim kayıtsız şartsız, mutlak bir Ağustos Cumartesi'ne ihtiyacımız oluyor...

Nikahın Ankara'da kıyılacak olmasına, benim ikametgahımın İzmir'de oluşu da eklenince bağlı bulunduğum belediyeden izin belgesi nevi bir evrak çıkarttırmam da gerekiyormuş.Bizzat Ankara'ya müracaata gittiğimizde; yaptırmamız gereken sağlık testleri vs. şöyle dursun; nikah memurunun düğün salonuna gelmesini istediğimizden; kayıt defterinde kendimize yer edinirken; belediyeye tarih-saat dışında adres bilgisi de vererek kayıt yaptırmamız gerekiyormuş.Prosedürler, prosedürler...

Tüm bu sorunsalları ilişkilendirdiğimizde; kısacası bizim Ocak ayına kadar düğün salonunu tutmamız ve Ocak'ta nikah tarihi almamız gerekiyor..Önümüzdeki bir buçuk, iki ay da bizi böylelikle kıstırmış bulunuyor ve benim kulağıma uzaktan stres çanlarının sesi gelmeye başlıyor..

Henüz hiç büyük eşyamız yok; beyaz eşyalar mobilyalar vs..Kız çeyizlerini yavaş yavaş hazırlıyoruz.İndirimleri takip ediyorum malumunuz.Hem kaliteli,hem iyi marka, hem de uygun fiyata alışveriş yapmanın tek yolu indirimler zira.Elime geçeni, alabildiğimi alıp atıyorum bir köşeye.Böylelikle dönüp baktığımda biriktiklerini görüyorum, mutlu oluyorum...

Bir şeyler bir şeyler işte...

14 Kasım 2014 Cuma

Karalama defterime küçük bir anektod

Hayatta önemli 2 şey vardır; önceliklerimiz ve zorunluluklarımız.İkisi arasındaki zıt duruş aslında ince bir çizgiden ibarettir.Çoğunlukla kararlarımız ve davranışlarımız; mevzu bahis zorunlulukların itelemesinden kaynaklanır.Geriye dönüp bakıldığında aslında hayatımızdaki birçok anın kaygı ile geçtiğini görmek işte tam da bu noktada mümkündür.

Yazmak ve yazabiliyor olmak kaygı dolu insanların in içten davranışıdır çoğu zaman.Dolayısıyla; öylesine bir şeyler karalamak değildir yazmak; yazmak yaşamaktır daha ziyade, anı en dakik şekilde yakalamaktır.Olmayan haliyle, olmayan yer ve zamanda; aynı içtenlikle var olabilmektir.Zamanın kıyısında sigara içmektir yazmak, külünü denize savurmak, izmariti dehlize söndürmektir.Birileri acı çeker ve şarkı yazar, siz sadece dinlersiniz; işte o misal.

7 Kasım 2014 Cuma

Evcilik ve evlilik üzerine...

Esas Adamın askerliğinin bitişi ve İzmir yollarına koyuluşunun ardından tam 5 gün geçti ve takdire şayan bir şekilde ilk defa yazma fırsatı bulabiliyorum; aslında bunu bulduğuma bile şaşırıyorum.Takdir edersiniz ki dolu dizgin günler geçirmekteyim.İşi bıraktım; ev hanımı olma modunda adım adım ilerlerken; bir yandan da nişanlımla evcilik oynuyorum:)

Artık öğrenci evini kapattığı için; bir süre ikameti bizde kendisinin.Ben halimden çok memnunum; bence çok ama çok faydalı bu; özellikle de benim benim için.Sabah kahvaltı hazırlıyorum; birlikte kahvaltımızı ediyoruz, biraz sohbet ediyoruz ve sonra işe uğurluyorum.Yatağını topluyorum, eşyalarını katlıyorum.Hatta valizinde kırışan kıyafetlerini bile ütüledim :) Anlayacağınız; bu evcilik oyunu aslında evlilik arifesinde benim için ufak bir alıştırma niteliğinde oluyor.Memnunum halimden...Özlemişim...

Dediğim gibi işi bıraktım; yeni bir iş arayışı içindeyim ki bu iş aramak kadar lanet bir şey yok hayatta.İlanlarda onu da isterim bunu da isterim, bu da olsun şu da olsun..E tamam; sonra mülakata gidiyorsun..Maaş? Asgari ücret..Yoook artık!

Aslında benim iş ararken çok da ahım şahım kriterlerim yok..Çalışma saatlerinin uygun olması, nezih bir çalışma ortamı, 1.200'den dem vuracak bir maaş..Canımı alsınlar sonra:) Dahası da; esas adam da iş arıyor:) Muhasebeci lazımsa ben; mimar lazımsa esas adam; hani aklınızda bulunsun diye...Ama İzmir olsun nolur yaa...

Neyse ne işte; boşver; özlemişim esas adamı...

31 Ekim 2014 Cuma

Çeyiz Hazırlıkları: Ikea Alışveriş Listem!

Şu sıralar Ikea'da arka arkaya birkaç şeyi beğendikten sonra; kendime bir Ikea alışveriş listesi hazırlayıp; birkaç parça şeyi daha çeyizime eklemeye karar verdim:) Pazartesi Esas Adam İzmir'e döneceğinden; hazırlıklarda dolu bir hafta sonu olacak, anlayacağınız yoğun bir hafta sonu beni beklemeye, şimdiden sevinçten eteklerim zil çalmaya başladı bile.E şimdi çocuk askerden dönmüş, "sen tut ilk günden Ikea'nın yolunu tut" yapamayacağımdan; en kısa sürede temin edilmek üzere kendi kendime mini bir liste hazırladım.Bu sefer çeyiz listemi Esas Adam'la beraber almaya gitmek istiyorum.Şayet; bu askerlik süresince bütün çeyiz alışverişlerimi onsuz yaptım :( Yalnız kaldım yalnız:( Neyse; zaman intikam zamanı...Bütün aldıklarımı tek tek göstericem geldiğinde; eksiklerimi-alışveriş listelerimi sayıcam bir bir, sonra beraber gidicez inşallah bişey almaya giderken :) Sonuçta bunlar ne kadar benim çeyizlerimse bir o kadar da onun çeyizleri :) De mi ama?

DRÖMLİK kokulu mum: Duymayanınız kalmamıştır diye tahmin ediyorum.Bence Ikea'da dekoratif amaçlı kullanılabilecek; bu zamana kadar gelmiş en iyi mum serisi.Ayrıca mum kaselerinin de porselen olması diğer ve diğer yeni mumların yerini açıyor :) Gerçi bazı bloglarda gördüğüm kadarıyla; mum bitince reçellik olarak kullananlar bile olmuş ama şahsi fikrim; mum mumdur, mumluk da mumluk.Başka sorusu olan?

HULTET dekoratif kase : Bu da seçimlerim arasında. Evin havasına göre şekil kazandırmak mümkün; o yüzden çeyizin olmazsa olmazları arasında çoktan yerini aldı bile

OFELİA battaniyeye zaten bittim bittimmm.. Bence bu ofelia aynı zamanda çok amaçlı; örneğin resimdeki gibi runner tarzı kullanımı...O yüzden benim daha ziyade dekoratif amaçlı kullanacağım kesin.

GLÖRT minder kılıfı : Bu sevimli baykuşlardan vazgeçmem mümkün olamaz herhalde..Evin her köşesini baykuşla dolduracak değilim ama; bol bol minder ve minder kılıflarım olsun istiyorum çeyizimde...Bence "minder" deyip geçmemekte fayda var zira evin bütün havasını değiştirebilir kanaatimce.Bu da çeyizimde yer vermeyi düşündüğüm minder kılıfı koleksiyonumun ilk parçası olacak böylelikle:) Hatta ve hatta birkaç tane birden edinilebilir derim ben...

GURLI örgü battaniye : Bunların maalesef tek kişilik olanlarından var, kırmızı ve ekru renkleriyle.Ben daha ziyade kırmızıyı beğendim.Çift kişilik battaniyelerim zaten var; bundan da 2 tane misafir için almayı düşünüyorum.

SKURAR saksı: Ikea'dan alışveriş yapmanın en güzel yanı işte bu Skurar'lar..Aslında ben saksıdan ziyade; başka şekilde kullanmaya niyetliyim bunları evimde; hem makyaj masamda düzenleyici, hem de mumluk olarak.Bu yüzden listedeki bu maddeden de birkaç tane birden edinmem gerekecek...

NEGLINGE mumluk: Hangi yöne çevirdiğinize bağlı hem şamdan hem de mumluk olarak kullanılabilir..Çifter çifter alınması gerekenlerden...

LJUST saklama kabı: Aslında takım halinde satılmıyorlar ama LJUST seri olarak farklı boylarda üretilmiş,minik,sevimli üstelik kırmızılar:) Tava tencere seçimlerim ve genel anlamda mutfak gereçlerinde kırmızıya gittiğim için ben sanırım bunlardan kendi takımımı oluşturucam:)

KORKEN kavanoz: Onun dışında Ikea'ya alışveriş listemle vardığımda mutlaka ve mutlaka bu kavanozlara bakıcam; bu kilitli cam kavanozlar da çok amaçlı kullanılabilir; benim aklıma ilk gelen kurabiye kavanozu yapmak oldu nedense..Gerçi en iyi fikir; akla gelen ilk fikirdir...

Şimdilik listeme eklediğim parçalar bunlar..Aslında Ikea'da en çok gözüme takılanlar hep dekoratif ürünler oluyor benim ama işte mobilyayı almadan da dekoratif ürün almak saçma olunca; bakıp bakıp geçmek zorunda kalıyorum.Yine de çeyiz alışverişi dönemimde Ikea'ya sık sık uğramaya karar vermiş bulunmaktayım..

30 Ekim 2014 Perşembe

Can sağlığı...

Penceremde yağmur, karamsar havaların popüler teması..Anlayacağın; gün güzel yine İzmir'de.Palmiyelerin sivri uçlarından dökülen yağmur damları arnavut kaldırımların boynunda inciden bir kolye...Bir yandan kırmızı her zamankinden daha kırmızı; bir yandan aşıklar koşar adım sokaklarda yine, dahası can sağlığı...
Benden yana havalar güzel..Sağımda ele avuca sığmaz hayallerim, solumda gerçeklerim, dedik ya; dahası can sağlığı...

27 Ekim 2014 Pazartesi

İşten ayrılma sorunsalı

Biraz kendime zaman ayırmalıyım artık..Çok zor bir dönem geçirdim, şükür ki bitti gitti.Gözümde dağ gibi büyüttüğüm hüzünlerim,hayal kırıklarım gitgide silikleşiyor.Esas Adam'ın askerliğinin bitişine saatleri saymaya başladığımdan beri; sonbaharın bile ne kadar umut verici olduğunu düşünüyorum.Ne de olsa dökülen her yaprağın baharda can bulacağını biliyorum artık, büyüyorum artık...Hayat ne kadar garip; dün içimi yakan,boğazıma düğümlenen,avuçlarımın içini soğuk soğuk terleten "ölüm", bugün yerini sadece "anılara" bırakıyor ve böylelikle yaşadığım sürece; dedemi saygı ve rahmetle anmaktan,anlatmaktan alamıyorum kendimi...İzmir Efe'si nur içinde uyu, sana hep dualar ediyorum..

Tüm bunlar kafamda dönüp dururken; bir de işten ayrılma durumu var beni bekleyen.Buna ihtiyacım var.Genelde insanın "bir işe" ihtiyacı olurken, benim -işi bırakmaya- ihtiyacım var..Bu da bir işten ayrılma sorunsalı...İnanın; işten ayrılmak zincirleme kazaya kurban gitmek gibi.İyi yada kötü; alışkanlığınız her ne ise, zor zanaat azizim..Yine de kafamı dinlemeye tarifi mümkün olmayacak kadar çok ihtiyacımın olduğu şu günlerde; benim içim hayırlı olanı da bu. Zaten bu işten ayrılma meselesi de anlık bir "tükenmişlik sendromu" değil; başlı başına bir tükenmişlik sendromu benim için...Uzun vadeli planlara ihtiyacım var artık, ne de olsa bu dönem aynı zamanda "gelin yolu", anlayacağınız "evlilik arifesi"...

Kişisel eşyalarımla dolu bir çalışma masam var.Bense hepsini büroda bırakmayı düşünüyorum, benden hatıra maksat..O yüzden olsa gerek eşyalarımı koymak için kutuya ihtiyacım yok.Ayrılıklar bana hüzün verir, eşya toplamak, bir kapıdan çıkıp gitmek..Neresi olduğunun pek de bir önemi yok..Her zamanki gibi çantanı alıp çıkmak en iyisi...

Sonrasında boş zamanımın olmasını diliyorum kendime.Cumartesi Pazar akşamları Netsis kursum başlayacak, onun dışında bol bol film ve yabancı dizi izlemek, öğlenlere kadar uyumak, çeyiz alışverişi yapmak ve her daim Esas Adam'la olmakla geçer birkaç ay.Dahasında; yeni bir işe atılma ve mevzu bahis "düğün arifesinde" maddi bağımsızlığı geri kazanma çabaları :) Yepyeni bir sorunsal..

Blogum dışında bir yandan da ufak çaplı bir hobi daha edinmeye çalışıyorum.Boncuk bilezik yapımı..Henüz çok yeni ama yine de bir sürü sevimli boncuklar edindim kendime..Biraz neyin ne olduğunu öğrenince daha da dillendiricem bu konuyu :) Şimdilik küçük bir dipnot olsun istedim.

TikTak TikTak; hadi ZAMAN daha hızlı...Benim de acelem var, çabuk ilerle...

25 Ekim 2014 Cumartesi

Asker GünlükLeri Ders 3: O'nun dönüşü artık hiç bir şeyin öneminin kalmadığının habercisidir...

Verdiğim sözü tutmanın zamanı geldi çattı; nitekim bu bir veda yazısı..."Asker Günlükleri " defteri artık benim için kapanıyor.Daha önce; kaleme alması dahi beni üzüyor olsa da asker beklemenin ne kadar sarsıcı,ne kadar zor olduğunu ister istemez fazlasıyla dile getirmiştim, daha doğrusu getirmişim; farkında olarak yada olmayarak..Son 6 ay içindeki her yazımda gitgide artan yalnızlaşmışlık, kalabalıkta kaybolmuşluk serzenişlerine göz gezdirdim;yüzümde hafif bir gülümsemeyle..

Esas Adam'ın askerliğine son 6 kala; asker günlüklerinin üstündeki tozu üfleyip rafa kaldırmaya karar verdim.Ömürden giden 6 ay..İnsanın hayatında 6 ayda neler değişebiliyormuş; ilk defa bu denli fark ettim.

Biz birbirimizden bu kadar uzakken; 2 kuzenim evlendi, 2 bayram geçti, yıl dönümümüz ve doğum günlerimiz yitip gitti ömürden,"Rüzgar bebek" ailemize ve hayata merhaba derken; dedemi kaybettik...Bense; acısıyla, tatlısıyla alabildiğine yalnızlık; yarım kalmışlık...Nitekim; çok özledim...

Kilo verdim bu süre içinde, neşelendim, hüzünlendim, ama yine de günde 3 öğün yemeye devam ettim, sabah işe geç kaldım, iş yerinde de bol bol kahve tükettim, dibi gelince saçlarımı boyattım, çeyizimi hazırlamaya başladım, bittabi kredi kartımın taksitlerini ödedim,düğün derneklere katıldım, gezdim bir yandan da gezdirdim,şegiyle attalara gittim (bu şegi'yi çişe çıkartmak anlamında), ama yine de yalnızlık sendromuna yakalanmadan edemedim, Rüzgar bebeği kucağıma alırken; dedemi toprağa verdim...
Ama en önemlisi tüm bunları yaparken çok özledim...

İnsanın kendini -yarım- hissetmesi kadar içler acısı bir durum yokmuş meğer.Ömürden silinen 6 ay..Başkasına kısa; sana ömür gelen bekleyiş..

Şükür ki Asker Günlükleri için bir veda yazısı bu..Yıllar sonra dönüp baktığımda tebessümle okuyacağıma emin olduğum kelimelerle; son 6 ayımı gözlerimin önünden geçiren, boğazıma düğümlenen kelimeler nasıl oluyor da aynı olabiliyor...Hayat ne kadar şakacı aslında.Ötesi değil...

31.10.2014 tezkere günümüz; bu kaçıncı söyleyişim bilmiyorum; sayılı gün çabuk falan geçmiyor...Allah'ım vatani görevini yapmakta olan Mehmetçiklerimize güç kuvvet versin; sevenlerine ailelerine sağ salim kavuştursun,bizim kalbimiz hep onlarla...Darısı diğer Mehmetçiklerimizin başına...

Ve dahi; onun dönüşü artık hiç bir şeyin öneminin kalmadığının habercisidir...
Elveda "Asker Günlükleri"...

24 Ekim 2014 Cuma

Kına gecesi için değişik fikirler... Kına hazırlıkları Part:1

Aslında bloglarda yer alan bu tarz yazılar; düğün mevsimi olan yaz aylarının habercisi ilkbaharda patlak verir:) Ama bende biraz erken patlak verdi vesselam:) Hep söylerim; "canım tez" malum..Anneanneme çekmişim...

Kınayı evde yapmayı düşünüyorum zira düğün salonlarına kitlenen "kına geceleri" bana pek samimi gelmiyor.Kravatını çekiştirerek ne kadar sıkıldığını belli eden beyler, her şeyin prosedür şeklinde ilerlemesine sebep olacak "bitse de gitsek" düğün organizasyoncuları ve -nasılsa 2 gün sonra düğün var- mantalitesiyle kınaya teşrif etmeyerek masaları boş bırakan uzaktan akrabalar...Nahoş bir hava eşliğinde sürüp gitmekte olan bu merasimde; olayın aslını göremeyen "mutlu gelin"...

Böyle olsun istemiyorum kınam.Sanırım davetli olduğum kına gecelerinin akibetinin böyle olması kararımdaki en büyük etken..Kendi evimde olsun istiyorum gelin kınam,baba ocağında:) Kendi aramızda, samimi, kız kıza kadın kadına bir eğlence, tüm detayları incelikle düşünülmüş, bana özel...Benim organizasyonum olsun istiyorum.Benim bekarlığa veda partim, benim eğlencem, benim kınam:) İşte tam da bu yüzden her şeyin bana has ve olabildiğince ben'den olmasını istiyorum.Bu yüzden birçok şeyi kendi el emeğimle hazırlamak istiyorum; mesela "kına hediyelerim"...Misafirlere dağıtılacak kına hediyelerini kendim hazırlamayı düşünüyorum...

Ev kurma ve düğün telaşı bastırdığında; kına gecem için istediklerimi - istediğim gibi yapmış olmak benim için çok önemli.Son dakikaya kıstırılmış bir kına gecesi olmasın maksat...Şimdiden araştırmalara başladım bile.

İlk öncelik kına gecesi hatırası yani kına hediyeleri...Çok değişik alternatifler var aslında.İnternetten biraz araştırdığınızda fikir edinmeniz mümkün.O yüzden çok fazla detaya girmek istemiyorum.Ben internetten bulduğum bu fikirleri kendimce harmanlayıp; daha önce hiç görmediğim, duymadığım bir fikir çıkardım.Banyo tuzu :) Kına gecesinin bayanlar arasında ve yaz sıcaklarının bastırdığı bir tarihte olmasının da banyo tuzu fikrini daha da cazip hale getirdiğini düşünüyorum.Misafirler; bu minyatür banyo tuzlarını isterlerse banyoda dekoratif amaçlı; isterlerse de kendilerini şımartmak için kullanabilirler böylelikle...

Bu minik şişeleri internetten temin etmek mümkün lakin benim internet alışverişiyle uzaktan yakından akrabalığım olmadığından İzmir'de bu minyatür şişeleri nereden bulabileceğimi bir hayli araştırdım.Gıda Çarşısı..Öncelikle oraya bir uğrayıp bu tıpalı minik minyatür şişelerden temin etmek, sonrasında ise banyo tuzlarımı hazırlamam gerekecek..Nasıl yapacağıma gelirsek..
  • Kaya tuzu
  • Badem yağı (tercihe göre; zeytin, defte, ardıç vs. diğer bitkisel yağlar da olabilir)
  • Lavanta yağı (okaliptüs, sandal ağacı vs. tercihe bağlı)
  • Gıda boyası (tercihe bağlı)
Karışımına gelince;
  • 1 çorba kaşığı kaşığı kaya tuzuna - 1 tatlı kaşığı badem yağı ve 1 çay kaşığı lavanta yağı 
Genel itibariyle karışım bundan oluşuyor.Badem yağı cilde yumuşaklık vermesi, lavanta yağı ise banyo keyfine aromatik bir koku kazandırması için...

Malzemeleri bu şekilde hazırlayıp güzelce karıştırdıktan sonra 1-2 damla gıda boyası ile renklendiriliyor, bu da banyo tuzuna hoş bir görünüm kazandırmak amaçlı,tabi ayarını kaçırmamak şartıyla.Renk konusunda ise tercih yine tamamen size bağlı.

Sonrasında hazırlamış olduğumuz banyo tuzumuzu alüminyum folyo üzerine yayıp, biraz dinlenmesini sağlıyoruz..İşte tam da bu aşamadan sonra mini minnacık mantarlı şişelerimize mis kokulu banyo tuzumuzu koyup hoş bir hediye hazırlamış oluyoruz.Ayrıca piyasada olan ürünlerden çok daha doğal, kendi imkanlarınızla temin edebileceğiniz malzemelerden çok pratik bir şekilde hazırlayabileceğiniz bir bakım ürünü bu; belirtmekte fayda var..

Kına gecemde; misafirlere dağıtacağım minik banyo tuzu şişelerimi kişiselleştirmek içinse; kına temalı sticker hazırlatmayı düşünüyorum...

Ben banyo tuzlarımı pembe renkte hazırlamayı arzu ettiğimden;şişenin baş kısmını pembe beyaz puantiyeli organze tül ile bağlamak istiyorum.
Böylelikle her şey hamarat gelinin elinden çıkmış olucak :) Bence çok daha anlamlı ve çok daha ince bir fikir..Zaten şimdi başlasam; kınaya kadar on ayda anca biter haha :))) 
Tabi sadece bununla kalmayacak kına hazırlıkları ve kına hediyelerim.Daha bir sürü fikir baloncuğum var...

P.S: Kına hazırlığı olanların internette araştırma yaparken bloguma rastlayacağını biliyorum; zira bizzat sağlamasını yaptım:)  Bu nedenle fikirlerimi elimden geldiğince görsel şekilde anlatmaya gayret ettim.Bir kere; kına gecesi sticker'ına mutlaka ihtiyacınız olacak; çünkü hazır -kına gecesi hatırası- yaptıracak dahi olsanız; fikrimce temalar çok bayağı.. Bu nedenle ihtiyacı olan ve beğenenler için; kendi seçimim olan kına gecesi sticker'ımı da paylaşıyorum.

Dediğim gibi daha bir sürü fikir baloncuğum var ve bu onların ilkiydi..Diğerlerini de eksiksiz olarak paylaşma arzusundayım..Kına gecem için diğer fikir taslaklarımı, nasıl yapıldıklarını ve uyguladığım haliyle tamamlanmış görsellerini devam yazıları olarak paylaşmayı düşünüyorum.

Devam yazısı olan "kına gecesinde dilek ağacı" hakkındaki paylaşımıma blogumdan ulaşabilirsiniz...

Siz ne dersiniz? 
Sizleri seviyorum..

21 Ekim 2014 Salı

12'den Vurdum...

Evvel zaman içinde kalbur zaman içinde develer tellal iken pireler berber iken ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallarken...
Guguklu Saatten Ninniler blogunun mütevazi kalemi sevgili "Cam Misket"; beni blog aleminin yeni furyası DART ÖDÜLÜ'ne laik görmüş..Böylelikle blogum da 12'den vurmuuuş..Hikayede burada bitmiiş :)

Öte yandan öyle "kaptım kaçtım" bir ödül değilmiş bu...Bazı yükümlülükleri de kabul ediyorsunuz ödülü alınca :))
1. Ödülün fotoğrafını yayınlamak
2. Size ödül veren blogun bağlantısını eklemek
3. Bu ödülü 15 bloga dağıtmak

Benim öyle ödül dağıtırken herhangi bir kıstasım olmadı açıkçası...Zira hepinizi çok seviyorum, hepinizi takip etmeye çalışıyorum, hepinizi bla bla, hepinizi bla bla...:)

1.Dördüncü Tekil Şahıs
2.Bilgicellim
3.Esen Kızın Yeri
4.Fildişinden Kule
5.Cümle Uydurukçusu Çocuk
6.Yeşil Elma Sarı Limon
7.Kadifeli Kahve
8.Uzaklarda Arama
9.Uzun Saçlı Kel Adam
10.İlginçtrak Bir Çocuğun Müsvettesi
11.Grilady
12.Persephone Güncesi
13.Ben ve Yolculuğum
14.Hayalbemol
15.Titania'nın Çöplüğü

Umarım ödüller sahibine ulaşır.
Öpüldünüz...


20 Ekim 2014 Pazartesi

Ve Allah Kalbime Göre Verir...

Epeydir Madam Coco'dan yatak örtülerinde bir indirim bekleyip duruyordum..İnatla bekleyişimin son günü bugünmüş; zira bu kız öğle arası tatilinde hemen kendini Alsancak'taki Coco'ya sürükler ve gerekeni yapar..

Böylelikle çeyizime yatak örtümü de katmış bulunmaktayım.Aslında yatak örtüm yok değildi ama yine de benim çeyiz serme gününde örtülecek beyaz bir yatak örtüsüne ihtiyacım vardı.Hepsi birbirinden güzeldi ama kırık beyaz olanı tercih ettim ben:) Hem model olarak da bir tık öndeydi şahsi kanaatimce :) Meraklısına; olmazsa olmazı yastık kılıflarıyla da takım halindeler.Çeyiz hazırlığında olanlar mutlaka uğrasın derim ben...

Önümüzdeki ay ortası işi bırakıyorum..Öylesine yaptığım bir başvurudan mülakata çağrıldım.Gittim gitmesine de; oradayken "bir müddet işsiz kalıp kafamı dinleme ihtiyacı duymamdan olsa gerek", biraz cins bir hatuna dönüştüm; iş yerine mülakat yapan ben oldum sefer...Ne yalan söyleyeyim; yol-yemek-ssk üçlemesi güzeldi; ama bende net maaş beklentimi 1200'den konuşturunca karşı taraf başlarda durumdan memnunken; yüzünün düştüğünü an be an gözlemledim:) Ne yapacaktım yani; evlilik arifesinde bunca masrafın arasında ne verirsen eyvallah mı diyecektim? İşine gelirse sevgili patron adayım..

Netsis kursuna kayıt yaptırdım.Bu Cumartesi başlıyorum.Henüz işten ayrılmadığım ve esas adamla hafta sonlarımızı öldürmek istemediğim için; hafta sonu 2 gün; 18:30 - 21:30 dersine yazıldım.Dış ticaret mezunu ve üstüne Maliye okuyorsanız; muhasebeci olmak bedava..Bol keseden iş bulma imkanı olan bir dal muhasebe.Askerbebek bir gelsin, sonra işi bırakayım, biraz kafamı toplayayım derken Netsis'i bir öğreneyim..Sonra da iş aramaya koyulurum bir zahmet.Cuma günüydü iş görüşmesi, bugün aradılar aradılar; aramazlarsa 1200'ü vermeyecek demektir..Mülakat son derece olumluydu ama patron milleti değil mi, üçün beşin hesabını yapayım derken dünya zarar ederler..Aman bana ne be püffff..

Sık sık belirttiğim üzere; esas adamın gelişine son 10 gün kala; diğer her şey faso fiso..Şimdilik; homini gırtlak, pufidi kandil, tumba yatak...

13 Ekim 2014 Pazartesi

Yine Ne Haltlar Karıştırdım - Part2

Sık sık ortalıklardan kaybolma şeklinde bir kısır döngüye dahil olan; iç karmaşamın son bulmakta olduğu şu günler; bir hayli yoğun geçmekte..

Ne yalan söyleyeyim; bayram tatili iyi bir moral oldu.İzmir'de havalar güzeldi.Stres dolu iş hayatını birkaç günlüğüne de olsa ardında bırakarak, tatilin tadını çıkarmak gibisi yok; bir kez daha anladım..Namı değer kayınvalidem Müş anne teşrif etti Ankara'dan.Mevzu bahis güzel havaları bahane ederek; ne kadar çok gezdiğimizi de; "İzmir'de tozu dumana katmak bu olsa gerek.." diyerek özetleyebilirim herhalde...Bu arada Müş anneden güzel bir cilt maskesi de öğrendim; bilahare paylaşırım, merak etmeyin;)

Sanırım "asker günlüklerim" için son bir veda yazısı hazırlamak lazım gele..

Biraz ötede durduğumun farkındayım; yazamıyorum.İmkansızlıklar içindeyim bilesiniz..Laptopumu ofise taşımak durumunda kaldım.İş saatlerinde zaman ayırmam mümkün olmadığından; geriye bir tek hafta sonum kalıyor ki; hafta içi olduğu kadar, hafta sonları da zamanım dar.

Tatlı bir çeyiz telaşı devam ediyor.Ufak tefek derken; baya baya birşeyciklerim oldu benim:) Askerlik dönemi, işte bu çeyiz yapma hevesi ve alışverişleriyle fazlasıyla iç içe geçti benim için..Zira nişanlısının asker yolunu bekleyen bir kız için; çeyiz alışverişi adeta bir sığınak..Kafayı boş tutmama olayı işte..İçine düşülen boşluğu doldurma çabası, ötesi değil...

Yine ne haltlar karıştırdım ben..Aslında hiçbişey..En sevmediğim şeyi yapıyorum sık sık..Bekliyorum...

SON 17' kala; Sevgilerimle...

10 Ekim 2014 Cuma

4 Ekim 2014 Cumartesi

Sesliler ve Sessizler

Bugün bayramın birinci günü.Her geçen gün hayatın omuzlarıma taşıyabileceğimden fazlasını yüklediğini düşünüyorum.Sevdiğim hiçbir şeye yetişemez oldum.Vitrinde beğendiğim şeyi almaya, uzaktaki esas adama yakın olmaya, eskisi gibi sık sık blog yazmaya, kendimden pay biçmeye çok daha uzağım sanki..Hep bi "cana tak" benimkisi...

İşler tıkırında gitmedi.Umduğumuzu bulamadık, bulduğumuzu ise hiç ummadık.İş hayatı beni  her geçen gün biraz daha köşeye sıkıştırıyor.Eğer ölmeyecek olsam nefes almaya zaman ayırmazdım mesela..Bu son ayım; işlerin allak bullak hale gelmemesi için biraz dişimi sıkıp, ay sonu kendimi kovuyorum işten.Tez elden anlayacağınız, önümüzdeki aydan itibaren işsizim.İş aramayı da düşünmüyorum bir süre, vaka kendime zaman ayırmaya gerçekten ihtiyacım var..

Dün ailecek kabristanlara bayram ziyaretine gittik, her ne kadar çok konuşan biri olsam da sessizliği sevmekten hiç vazgeçmedim ben.Bu yüzden "sessizler"le konuştum dün, kendi sessizliğimde, kendi sessizlerimle..Dedemi özledim en çok.Onun başında çok ağladım,dertleştim.Mezarlıklarda bile insanlar sınıf sınıf biliyor musunuz? Yüksek mermerleri, kabartmalı yazılıları ile süslenmiş aile kabristanları mesela, onlar zenginlerin oluyor.Fakir olanların ise mermerleri olmuyor, hatta başında dikili taş yerine bile tahta parçası koyulup üstüne yazısı yazılıyor.Hayat, sen hayattayken de sen öldükten sonra da adaletsizliğini yapıyor anlayacağın.İşte tam da bu noktada; yaşarken zengin mi fakir mi olduğun mezarından anlaşılıyor.

Herkes yakınlarını görmeye gelmiş bizler gibi.Toprağına su döküyor, çiçeğini koyuyorsun işte..Bu da böylelikle bayram ziyareti olmuş oluyor..Ben ilk defa dedemi bayramda ziyarete gittim.Daha önce hiç dedeme bayram ziyaretine gitmek zorunda kalmamıştım, nitekim biz bir aileydik, aynı evde yaşıyorduk.Dedeme yaptığım ilk bayram ziyareti de böyle geçti.Toprağına su döküp, çiçek bırakarak.Demek insan gerçekten sevdiği birini kaybedince; özel günler rahatsız edici olmaya başlıyormuş, bunu dün anladım.

Benim için sıradan bir gün.Annemi gelen misafirlere -hasta olduğumu- söylemesi konusunda ikna edip, kabuğuma çekildim.Bütün bir günü odamda tek başıma geçirmeye karar verdim.Hoş, elimde dahasını getirecek başka bir alternatifimin olduğunu iddia etmek hayalperestlik olurdu..

Canım daralıyor benim valla..Yatağa girip, hiç çıkmak istemiyorum.
Allah'a emanet, size iyi bayramlar "sesliler"..

8 Eylül 2014 Pazartesi

24'üme Sevgilerimle; BUGÜN BENİM DOĞUM GÜNÜM!

8 Eylül 1991; namı değer doğum günü tarihim.Tastamam 23 sene sonra; 24'ümün kapısında durduğum gün bugün; bugün benim doğum günümmmm!!!!

Dün ailecek Çiçekliköy'e pikniğe gittik.Severim oraları.Havası temiz, doğası güzel, insanı nezih; "bundan iyisi şamda kayısı" hesabı.Bir güzel mangalımızı yaktık, pikniğimizi yaptık derken babamın aldığı doğum günü pastamı piknik masasında üflemek nasip oldu bu sene:) Gerçi geçen sene de arabanın tepesinde üflemiştim..Gece kuzenimin düğününden dönerken; annem babam ve sevgili nişanlım esas adamla birlikte saat 12'yi vurduğunda yoldan pasta alıp arabanın tepesinde kesip yedik:) Anlayacağınız doğum günü pastalarımı üfleyiş tarzım bile ayrı bir kendime has, ayrı bir orjinal..

Yine de geçen seneye nazaran farklı oldu bu doğum günüm.Esas adamın askerliğine, bir de dedemin artık aramızda olmayışı eklenince buruk geçiyor ister istemez.Bu dedemin artık bir daha asla yanımda olamayacağı ilk özel günümken; esas adamın yanımda olmadığı ilk ve son özel günüm..Bugün; biraz komplike bir gün anlayacağınız, e ne de olsa bugün "benim" doğum günüm.

Hatırlanmayı bekliyorum yalan değil, kim doğum gününde unutulmaktan zevk alır ki?Zaten hayatımda olan iki elin parmağını geçmeyecek kadar az insan var; e bir de onlar hatırlamazsa kızarım demi ama! Ailem,esas adam,Müş annem,Sevgi..An itibariyle sırasını savanlardan:) Geriye kalanların da unutması durumunda; vay hallerine...

Esas adam bana uzun zamandır istediğim ayakkabıları aldı :) Daha doğrusu doğuda asker olduğu için aldığı; üç kuruş askercik maaşından bana ayakkabı parası gönderdi. İşte bunlar benim 24.yaş pabuçlarım :)

Sevgili babam ne istediğimi sorar doğum günlerimde:) Bu zamana kadar; telefon,tablet,mp3 çalar vs. isterdim.Ta ki çeyiz hazırlıklarıma start veresiye kadar..Böylelikle 24.yaşımda tercihimi "küçük ev aletleri"nden yana kullanmış oldum.Belki ütü olabilir diye düşünüyorum ama önce ne nedir, neyin nesidir bir araştırmamı yapıp hangisini alacağıma karar vereyim de:)

Hiçbir programım yok.Herhalde cipsimi kolamı alır, laptopu TV'ye bağlar, internetten aptal saptal filmler izlerim.Belki de nişan videomu yüzbirmilyonuncu kere izlerim; bilemedim.Karar veremem şuan..

Gelelim 25.inci doğum günümeee..Ne çabuk geldik deme, tahmin yürütücem:) Muhtemelen bir sonraki doğum günümde; planlarımızca, evlenmiş olucam."Al işte hayattan bir şey daha üttüm." derim o zaman:) Belki balayında olurum bu zamanlar; işte o zaman da size yazmakla falan uğraşamam:)

Neyse ki; bugün boşum, yalnızım.Yazar da yazarım yani.Yazdım da...

Neyse ki; bugün benim doğum günüm!

4 Eylül 2014 Perşembe

SİLKELENDİM HÜZÜNLERİMDEN!

Ne yalan söyleyeyim; bu kadar zor olacağını düşünmemiştim dedemin yokluğunun."Alışkanlık" denilen şey bir garip; ağır, zor zanaat...Ölüp giden dedemin ardından kalan koca bir boşluk.Nitekim bu süreçte kendimi ertelemeye devam ettim; Ağustos benim için çok kötü geçti.Koca bir ay kendi kendi kendine yitip gitti ömürlerden, hüzünle; sevinçten eser olmadan.

Çeyizime aldıklarımın taksitlerini ödeyeyim, esas adamın askerden dönüşünü bekleyeyim, dedemin kaybına üzüleyim derken geçiyor günler.Sık sık kendimi erteliyorum anlayacağınız.Hala otobüs beklemeye sinir oluyorum, hala nişanlımı özlüyorum, arkadaşlarımla kahve içerken sohbet ediyorum, Şegi'yi çişe çıkartıyorum..Değişen bir şey yok zira; "dedemin ölümünden arta kalan"; yine "monoton hayatım" vesselam.

Har vurup harman savurduğum günler geride kaldı.Son bir ayı kötü geçirmedim desem yalanın daniskası.Şimdi ben; silkelendim hüzünlerimden...

Sizleri elimden geldiğince takip etmeye çalıştım; yine de yeterli mi, elbette değil.Sanırım diğer ertelediklerim gibi bu açığı da kapatmanın zamanı geldi...Ha tabi  bir yandan da ağzımda çok laf birikti; tek bir post'a sığdırmaya çalışmak anlamsız.

Sonuç itibariyle; SİLKELENDİM HÜZÜNLERİMDEN!

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Hoşçakal Dede...

Dedemi kaybettik...

07.08.2014; içimdeki sıkıntının tarifi olmayan bir gündü.Yaz ortasında kış mı yoksa kış ortasında yaz mı bilemiyorum dediğimi hatırlıyorum sadece..İzmir yağmurluydu o gün ve dahi bendeniz de pek karamsar... Sayılı saatler sonra dedemin ölüm haberini aldık.

Onu en son 3 Ağustosta bir hastane odasında görebildim; aynı günün gecesi yoğun bakıma alındı.Durumu ağır olduğu için bir daha ziyaretine izin verilmedi.Yemeden içmeden kesilmiş; mini minnacık kalmıştı.Yine de huysuz ve tatlı tavrından taviz vermedi son günlerinde..Sanırım; o da son günlerini yaşadığını en az benim kadar hissetmişti ki; o günü hepimize tatlı birkaç söz söyleyerek tamamladı.Her zamanki sözleriyle sevdi beni."Güzel kızım,tatlı kızım,dedem..!" Her gün tam ziyaret saatinde orada olup; en son ayrılmamıza rağmen; "Yarın erken gelin.." diye eklemeyi ihmal etmedi.Ertesi gün erken gidemedik; nitekim bu onu son görüşümüzdü.

"Dede" ; bu benim ilk söylediğim kelime.Aslında biz büyük bir aileyiz.Annem, babam, anneannem, dedem ve ben..Kendimi bildim bileli bir evin içinde döner dururuz hepimiz.O yüzdendir ki ilk -dede demeyi öğrenmişim ben.Gerçi "-dedededede" diye söylüyormuşum ama olsun.

Güzel bir çocukluğum vardı, dediğim gibi kendi çapımızda geniş bir aileydik.İyi günde kötü günde hep birbirimize dayandık.

Dedemi düşününce aklıma hep çocukluğum gelir.Bir evin bir kızı, tek çocuk ve tek torunum ben.El bebek gül bebek büyüdüm.Bir onun kucağında tıpışlandım, bir ötekinin..

Bir yaramazlık yaptığımda dedemin arkasına saklanırdım hep.."Gel dedem sen, gel, otur yanıma.." Akabinde de bizimkilerden fırça yerdi bir de; "Eh baba; sen şımarttın bunu vallahi.." Bu yüzdendir ki; gözümde hep arkasına güvenle saklanılacak koca bir kalkan olarak kaldı dedem..

O zamanlar oturduğumuz evin altında bakkal vardı.Dedemle uğrak mekanımız; her işten geldiğinde beni aşağıya çağırır bakkaldan bir şeyler almamı isterdi.Çikolatalar,sakızlar,şekerlemeler, her ne ise işte..Büyüyüp koca kız olduğumda dahi; eve bir arkadaşımı çağırsam; "Dedem para vereyim de bakkaldan bir şeyler alın." demeyi ihmal etmedi.Ben her ne kadar koca kız oldum desem de kabul ettiremedim ve o bana hep bakkaldan bir şeyler almaya devam etti...

Her gün takım elbisesini giyer; pek sevdiği kahverengi deri iş çantasını eline alır bürosuna giderdi.Eğer akşamdan onunla gitmek istediğimi söylemişsem mutlaka beni de götürürdü.Büyük sofralar kurmayı, misafir ağırlamayı, Türk sanat müziğini, at yarışlarını, rakıyı, uzun yemek sohbetlerini, fakir fukaraya bir şeyler dağıtmayı, güzel giyinmeyi severdi.Sabahları kahvaltı yapmayı sevmediğim için benimle yemek bitirme yarışı yapmayı da..Hep ben kazanırdım tabi...Hızlı yediğimden değil; sadece dedem yavaş yediğinden.

Onu bir gün bile traşsız görmek nasip olmadı.Asla boş durmayı sevmezdi.Emekli olduğunda dahi erken saatlerde kalkıp traşını oldu, günlük giysilerini giydi ve hep kendine bir meşgale buldu. Ta ki 5 sene öncesine kadar..Şeker hastası olduğu için bir bacağını kaybetti ve bakıma muhtaç hale geldi.Onunla birlikte son 5 senesinde bizler için de hayat güçleşti elbet; ama inanın ki; nefesi yeterdi..Son zamanlarında onun traşsız görmeye alışır olmuştuk, pijamalarıyla oturmasına ise çoktan alışmıştık..

Ama ne biliyor musunuz; dedemi düşündüğümde aklımda o halini canlandırmakta güçlük çekiyorum.Benim hafızamda kalan haliyle dedem; sinek kaydı traşıyla, boğazına kadar çektiği kravatıyla, kolonya kokusu ve kahverengi deri iş çantasıyla en önemlisi iki bacağıyla dimdik duruşuyla...İzmir efesi..

Akşamdan yarın onunla bürosuna birlikte gitmek istediğimi söylememe rağmen; beni geri çevirdiğini ve ilk kez beni götürmediğini düşünüyorum şimdi...

Onun öylece; takım elbisesiyle, pek sevdiği kahverengi çantasını yanına almış, arkasında limon kolonyasının kokusunu bırakarak, iki bacağının üstünde yavaş yavaş evden çıkıp gittiğini varsayıyorum...

Hoşçakal İzmir Efesi.

Hakkını helal et...

7 Ağustos 2014 Perşembe

ZAMAN

Hava yağmurlu...Yağmurlu havaları severim; o gün birazcık dahi olsa karamsar isem; iç dünyamı, kendimi izlerim pencereden.

Nitekim yaz ortasında kış bugün.Belki de kış ortasında yaz; kim bilir..Akıp gidiyor zaman; umarsızca; ona buna aldırış etmeden; kendi halinde, başına buyruk, yaşlandırıcı, yorgunlaştırıcı ve dahi öldürücü...

Dedemden kalmalardan biri zaman.Kulpu kırık bir köstekli'den ötesi değil.Bekleyişler, umutlar, hayal kırıkları, dualar ve "ölüm" zaman..

Ben ne zaman "zaman" desem bil ki canım sıkkın o zaman..Bil ki bir geriye sayım var kader ve kedere doğru.Çünkü bir tek o zaman durdururum ben saatleri...

Kim bilir belki de; köstekli saatin sahibi ölüme bir nefes kadar uzakken böylesine karamsarım; belki de dedemin ölmesini istemediğim, o çektiği tüm acılara sessizce ve tüm naifliğiyle katlanırken benim tüm bunlara tahammül etmeye zorlandığım, bir yandan yanımızda kalmaya devam etmesi için bencilce düşünürken, bir yandan da acılarının dinmesinin tek yolunun bir diğer dünyanın kapısını açmak olduğunu bildiğimden kararsızım.

Bazen insanın canı fena halde yanıyor...
Ve sanırım bir tek o zaman; fısıldar zaman; "Bana bırak.."

29 Temmuz 2014 Salı

SON BAYRAM VE BİR DOĞUM GÜNÜ HİKAYESİ...


Bugün blogumda; ilk yazımı paylaştığım ve dahi; deyim yerindeyse kendimi aştığım gün.
Dönüp baktığımda kendimi derlemeye ve arşivlemeye başlayalı hayli yol almışım; esas adam askere gittiğinden bu yana zamanın geçmek bilmediğinden şikayetçi olsam da zaman geçiyormuş ve nitekim işte böylelikle  tam da bir yıl olmuş..Anlayacağınız; bugün benim bir nevi doğum günüm.

Blogumun doğum günü "dedemin" belki son günü, gecesi, bayramı..Mizahi amaçlardan sıyrılmış halde söylüyorum.Tamamen samimiyim.
Bu son bayramı.

İyi şeyleri bekliyorum ben; çoğu zaman; hayır, her zaman...Doğum günlerini, yıl başlarını,bayram tatillerini,yıl dönümümüzü,esas adamın askerden dönüşünü,hafta sonu tatilini,hatta öğle aralarını..

Bu sefer hatta hayatımda ilk kez kötü bir şey için geri sayıyorum.Geri sayıyorum ve ne kadar zamanın kaldığını bilmiyorum.O kadar acı ki..Dağ gibi bir adamı; gün gelip de tamamen birinin bakımına muhtaç kalacak halde, bir kedi yavrusu gibi mini minnacık kalmış, bir köşede yığılmış, bitmiş ve dahi tükenmiş olarak görmek..İnanın o duygunun tarifi yok.Gün ışığı gibi ortada; bu dedemle geçirdiğim son bayram.
Bu son bayramı.

Daha fazla yazmaya üşeniyor ellerim.Kafamda dile getirilecek o kadar çok şey olmasına rağmen; şimdi o dolu kafayı vurup yatmak istiyorum.

Sıçarım böyle doğum gününe.
Bu son bayramı.

26 Temmuz 2014 Cumartesi

BEN ÇOK 100 BULDUM!

Ben iyiyim.Tuttum getirdim çeyizliklerimi..Bir kısmını nakit ödedim; bir kısmını da kredi kartı ödedi.Ben de karta 6 ay taksit taksit ödeyeceğim.Öyle anlaştık kartla :) Umarımın iyi geçiniriz; çünkü bu benim ilk kredi kartım!

Ne diyordum, blogumun 1 yaşına çok az bir zaman kala; 100 takipçisi olmuş...

Anlayacağınız; ben iyice yüz buldum; ben iyice 100 buldum ve biz tam anlamıyla 100 olduk..
Demek ki; paylaştıkça çoğalıyorum ben de..

Ay ben çok mutluyum ki!

İyi ki varsınız...♥♥♥
Sevgilerimle 

25 Temmuz 2014 Cuma

Haftasonu planı

Tatil başlangıcı..Bir tatilin en çok sevdiğim tarafı; tatilin başladığı o an..İnanılmaz bir neşe doluyor insanın içine; hani odanızın içine günün ilk ışıklarının süzülmesi gibi.. Ben mi? Sabahlara kadar yabancı dizilerimi izleyeceğim, klimanın altındaki üçlü koltukta vucudumun izi çıkasıya kadar yayılacağım, günün en alakasız saatlerinde kalorisi yüksek gıdalarla dengesiz beslenme denilen şeyi tam anlamıyla gerçekleştireceğim ve kafa nereye biz oraya mantalitesini peşleyeceğim zamanlar; tatil günleri..

O yüzden neşem yerimde; kabak tadı vermeme ramak falan kalmadı yani. Bu arada dün kandildi ve ben bol bol dua ettim.Dua etmeyi pek beceremiyorum nedense; benimki bir garip, duadan çok konuşmak gibi oluyor,önüne geçemiyorum:) Çok gevezeyim ben..

Bernardo ve Karaca ile aşk yaşatan süreç çeyiz hazırlığıymış anladım artık.Eninde sonunda bugün; adıma ayrılan ve sipariş verdiğim ürünler tamamlanmış, alınmak üzere beni bekliyorlar..Garip bir heyecan var içimde:) Çünkü bunlar benim çeyizime ait ilk mutfak alışverişim.Seçtiğim ve benim olmasına saatler kalan tabak çanaklarım, tencere tava hepsi havalarımla mutfak falan diziyorum kafamda.Keşke kocası da burada olsaydı; beraber giderdik..Ne bakar incelerdi o; meraklı şapşik.


Güzel haber; sivilde mimar olan esas adam, askerliğinin son 99 gününe de mimar olarak devam edecek ve bu benim içimi çok rahatlatıyor..Bu sizin için önemsiz olduğu kadar benim için önemli.Ne kadar önemli olduğunu varın siz düşünün...

Neyse; şu masa başında gençliğimi çürütüp, kahve tüketiminden mütevellit yürüyen selülit olmadan önce tatilin başlaması iyi oldu bence...

24 Temmuz 2014 Perşembe

Benden Ötesi

Yine kendimden başladım yazmaya.Bazı zamanlar benim için bir ihtiyaca dönüşüyor yazmak; an duraksamadan, düşündüğümü vuruyorum klavyeye.Bir seri katilin öldürme içgüdüsüne benzetebilirim bunu belki.İşte ben tam da bu noktada; kendimden başka kimseye hizmet etmeksizin yazıyorum.Bu sanırım; "benden ötesi"..

Konuşmayı seviyorum; boş konuşmayı da.Şu sıralar mutsuzluğu tercih ediyorum.Özlem çekiyorum ve tam anlamıyla bundandır ki yalnız hissediyorum.
Kendime dair düşünceler içerisindeyim.Saçma sapan şeylere kafa yoruyorum.Ailemize yeni katılan kuzenimin bebeğinin doğum süslerine ve şekerlemelerine bakıp; benim bebeğimin doğum süsleri mavi mi olacak, pembe mi diye kafa yoruyorum.Kızım mı oğlum mu olacak diye değil yani.Mavi ya da pembe; hangisi diye..

Bir yandan da çeyiz alışverişimle ilgili şeyler kuruyorum,kurguluyorum.Uyumadan önce gözlerimi kapattığımda; siparişini verdiğim ürünleri; olmayan evimin, olmayan mutfağına diziyorum..Yarına dair hiçbir planım olmadan uyuyorum.Yaptığım şeyleri istemeden yapıyorum; en basiti otobüse biniyorum zira otobüse binmekten nefret ederim.Tabi bir de; tüm bunların sadece esas adamı çok özlediğim için olduğunu düşünüyorum, hem de sık sık.

Çok arkadaşı olan biri olmadım hiç; zaten insanları da pek sevdiğim söylenemez.Dışarıdan soğuk nevalenin tekiyim, entelektüel olmayan bir tabirle de perdelerimi kaldırdığımda kedi gibiyim.Arkadaşlarımla zaman geçiriyorum,ailemle zaman geçiriyorum; yetmiyor.Eksik bir şey var tamamlayamadığım ve tam 100 gün daha tamamlayamayacağım.Anlayacağınız; karşınızda kapı gibi duran ben, işte tam da burada sayılı günün çabuk geçmediğinin başlı başına ispatıyım.

Bu hafta çok çalıştım.Yarın Cuma değil mi? "Nihayet!" bile demeye üşeniyorum..Çok çalıştım ve dolayısıyla da çok kahve tükettim.Şayet masa başı çalışıyorsanız; çok kahve tüketme sorunsalı denen bir olgu vardır ki bu olgu dilinizden beyninize uzanan uzun metrajlı bir yolculuk gibi.Çalıyorsan; hatta masa başı çalışıyorsan; o kahveyi tüketeceksin..

Fazla samimi karalamalar bunlar; fazlasıyla benden.
Hatta benden ötesi...

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Asker Günlükleri Ders 2: Bazen Bir Kahve Molası Yeter!

Sanrım kabullenmeye başladım.."Esas adamın askerliğinin" tam da yarısını geride bıraktığım şu günlerde; yeni hayat standartlarımı, tek başına kalmış olmanın zorluklarını ve dahi dezavantajlarını yeni yeni kabullendiğimi fark ettim bugün..

Garip..Ona ve onunla alışmış-lıklarım bu denli fazlayken; kendi başına yürüme denemeleri yapan yeni ayak bir bebekten farkım olmadığını kabullendim.Ufak tefek şeylerle gün yüzüne çıkıyor bunlar; zaman geçtikçe can sıkıcı olmaya başlıyor ve "ufak tefek" deyip geçmeye gebe olunan bazı şeylerin hayatımda aslında ne kadar kayda değer olduğunu bir tokat gibi yüzüme vuruyor.

İşte -Ders 2- tam da bu noktada başlıyor...

Onunla geçirdiğim 3 yılda; bende ve hayatımda ne kadar çok şeyin değiştiğine kendimin dahi inanması mümkün değilken; kelimelere dökmek için çabalamak anlamsız olmalı, değil mi? Yine de oyum şansımı denemekten hatta zorlamaktan yana..

Askerlik denen şey; nişanlı bir bayansanız bir anda koskoca bir boşluk ya da simsiyah bir duvar gibi bir şey.Hissettiğiniz ise yalnızlaşmışlık!
Bu da benim uydurma tabirlerimden biri olsa gerek; "yalnızlaşmışlık"..

Demem o ki; Özdemir Asaf..Demem o ki; MESAFELER DİYORUM,OLMAMALILAR..

Sadece onu değil,onunla olan şeyleri, bir tek onunlayken sahip olduğum kalabalıkta kaybolmamak hissini ve daha dilimin dönmesi mümkün olmayan, kalemimi kıran birçok şeyi özlüyorum.Ben en Batı'yım, o en Doğu..Bu kadar uzak olmak zorunda mı? Olmamalı..Kalabalıkta kaybolmuşluk; kalabalıkta yalnız kalmak.Can sıkıntısı şeyler bunlar..

Bugün en sevdiğim ve bana daima onun aldığı kahvemi; bir şekilde tekrar bürodaki çalışma masamda buldum.Sürpriz yapmış bana, patronum ve aynı zamanda kendisinin ortağı olan can ciğer arkadaşımız da buna elçilik yapmayı görev bilmiş sağ olsun:) Hiç fark etmemiştim oysa; esas adam olmadan o kahveyi hiç içmediğimi.Doğru ya; en sevdiğim kahve olmasına rağmen işin aslı onsuz hiç içmemiştim.Çünkü bana en sevdiğim haliyle; karamelli frappuccinomu alan tek kişi o!

Ben de bunun gibi binlerce ufak tefek mutluluklara kendimi o kadar alıştırmışım ve kaptırmışım ki; sanırım en çok da bu yüzden esas adamın yokluğu tam anlamıyla cehennem.

Ve tüm bunlar bir araya geldiğinde sanırım ben esas adamsız yürümeyi beceremiyorum, denemiyorum..Gerek de duymuyorum.Yanımda olmadığı zamanlarda tamamen mutsuz olmaktan; mutluluk duyuyorum.

Çünkü bazen; bir kahve molası yeter!

22 Temmuz 2014 Salı

DEXTER

Dexter'ı duymayanınız kalmadı biliyorum ama aranızda izlemeyen kokorilerin olduğuna eminim.Kendimden biliyorum..Bu zamana kadar -başyapıt olarak etiketlenmeye şükela bir diziyi nasıl bu kadar görmezden gelebildim kendime kızıyorum.

Dizi tamı tamına 8 sezona imza atarak; 23 Eylül 2013'te ekranlara veda etmiş bile, yıl olmuş 2014 ben dün izlemeye başladım.

Ahlak sistemimize bir göz atmakta fayda olduğunu düşündüren kült karakter..Elbette ki; "I'm Dexter; Boo!" Dünden bugüne edebiyat, sinema, dizi film tarihinde en sevilebiliritesi olan seri katil kendileri..

Aynı zamanda şahsın babası tarafından ehlileştirilme ve evcilleştirilme ironisi var ki diziye farklı bir boyut, farklı bir heyecan vesilesi niteliğinde.Antikahramanın bu denli başarılı bir oyunculukla canlandırılmış olması; dizi üzerinde sempati yaratmaya olduğu kadar antipati yaratmaya da gebe.Gerçi ben kayıtsızca bir sempati güdüyorum, yalan değil!

Diziye ait bir anekdot daha paylaşmak isterim ki; dizide Dexter'ın psikolojisini yansıtan "iç sesi ve konuşmalarının" inanılmaz derecede zeka ürünü olduğunu iddia etmeden yazıyı tamamlamak ahmaklıktır!

21 Temmuz 2014 Pazartesi

Pazartesi Kafası

Ve işte karşınızda PAZARTESİ KAFASI...

Bunu ben uydurdum; neremden uydurduğumu belirtmeye gerek görmüyorum..Bir çizgi film karakteri olsaydım; pamuk prenses falan olmam mümkün değildi; ya Garfield yada Bart'tım kesin.Hatta bırakın çizgi film karakteri olmayı, önceki hayatımda direk Bart hatta belki Garfield olduğumu düşünüyorum bazen, ciddi ciddi..

Pazartesilerden nefret ediyorum!

Ayrı bir kafası var..Filtre kahve bile o kafayı ayıltmıyor.Cümledeki ayılmak, bildiğimiz bayılmanın zıttı olan ayılmak.Kendime gelmem mümkün değil; yaşadığımı fark etmem mümkün değil ve tüm bu koşullar altında yeni edindiğim ve sahibi olmaktan anlamsız bir şekilde gurur duyduğum saksıdaki aloe vera bitkimden farkım olduğunu iddia etmek tam bir hayalperestlik.

Bazen Pazartesi'lerin Cumartesi'den farklı olmadığı zamanları özlüyorum.Üniversitede yaz tatilleri mesela.4 ay tatil, net.Şimdilerde ise o günler bana fi tarihi gibi geliyor; aslında topu topu 2 sene öncesi..Bir haftada Prison Break bitirdiğim günleri; vucudumun şeklini almış klimanın altındaki üçlü koltuğu özlüyorum.

Zamanımın çoğunu özlemek ve beklemek ile değerlendiriyorum ben.Askerdeki esas adamı özlemek,otobüs beklemek, tatilleri özlemek, yemeğin pişmesini beklemek..Uzayıp gidecek özlemek ve beklemek fiiline sahip cümlelerim var cebimde; saçmıyorum sağa sola; can sıkıcı olsa da dillendirmiyorum pek:)

Uyur uykumda sabah kalkıp dişimi fırçalamakla geçip gidiyor zaman.Her şey aslında bu denli basit.

Niknik'e kırıldım biraz; kendisi benim çocukluk arkadaşım, kardeşim..Şu sıralar entellektüel tabirle aramızda bir iletişim kopukluğu olduğuna kanaat getirdim ve çenemi kapattım.Hoş, bu çenemin kapalılığı iletişim kopukluilğunu pekiştirir mi orası tartışılır..

Sanırım tüm bunların hepsine birden; pazartesi kafası deniyor ve nereden uydurduğumu tahmin edebileceğiniz üzere; bunun adı PAZARTESİ KAFASI.

Ve bugün günlerden pazartesi...

19 Temmuz 2014 Cumartesi

Çeyiz Alışverişimden Notlar : Yine ne haltlar karıştırdım? Karaca Çeyiz Alışverişlerim

Dün bahsettiğim üzere bugün karga marifetini yemeden kendimi Optimum'da buldum; önce Bernardo'da seçtiğim listemi dünya gözüyle bir kez daha inceledim ve üzülerek söylemeliyim ki Romance yemek takımı tam bir fiyasko..Bloglarda, internette araştırmalarıma göre bir hayli alıcısı-kullanıcısı var bu takımın ama gel gelelim; hediye kisvesi altına sığdırdığı çatal bıçak ve bardakları beş para etmez vesselam.Ayrıca siz sormadan söylenmeyen bir diğer husus; takımın bardak ve çatal bıçak takımının makinede yıkanmaması gerektiği..Günlük alacağım takımın; çatal bıçağını ve bardağını makineye atamayacak olduktan sonra ne anladım ben bu işten..Bir de Romance serisi görsellerindeki gibi göz alıcı değil; sıradan tabak çanaktan ibaret..Anlayacağınız; hayal kırıklığı..

Romance günlük yemek takımından cayınca; Bernardo'dan çelik ve seramik tencere setlerimi,düdüklü tenceremi, ekmek kutusu ve üçlü kavanoz setimi tercihimi KIRMIZI'dan yana kullanarak haftaya Cumartesi almak üzere ayırttım.

Sonra bir de Karaca'ya göz gezdirdim..

Günlük yemek takımı tercihim Karaca'dan yana oldu.Görselde paylaştığım; Fine Bone Diamond Platin yemek takımı; benim alacağım ise buna çok benzer görünümde olan Karaca - Pearl adlı yeni bir serisinin yemek takımı.Mağazada bu takımın sergisinde Karaca'nın çok şık bir supla tabağı vardı.Günlük yemek takımımı bu supla ile süslemeyi düşünüyorum.Supla tabak günlük kullanım için pek kullanışlı değil aslında.Ben de bu yüzden mağazada beğendiğim supla modelinden 2 adet alacağım.Bana ve O'na :) Seçtiğim modelin oldukça sade ve zarif olduğuna inandığımdan; günlük kullanım sırasında siyah amerikan servisle; başbaşa güzel bir sofrada supla tabakla kullanmayı uygun gördüm:) O yüzden yemek takımını alırken; 2 adet supla ve 6 adet siyah amerikan servisi de kaçırmayacağım..

Günlük çatal bıçak takımı ise yine Karaca'dan. Tivoli modeline bayıldım.Postmodern bir havası var.Küt, sade, zarif, kaliteli..Üstelik 12 kişilik günlük çatal bıçak takımım olarak alacağımdan dolayı; modern olması, deseni-oyması-kakması-ıvırı zıvırı olmamasıyla benden bir puan daha aldı.Duruşu kaliteli ve sağlam.Bunun yanında Karaca tam 50 yıl bu ürünün arkasında duruyor.Daha ne isterim.

 (P.S: Romance yemek takımının vasat olduğu gerekçesiyle Karaca-Pearl'da karar kılındı; bilginize;)

Ne diyecektim ben?
Hıh.
İyi ki varsınız..


18 Temmuz 2014 Cuma

Çeyiz Hazırlıkları: Bernardo Alışveriş Listem!

"Taktım!" demişsem takmışımdır.Şu sıra çeyizimle kafayı sıyırdığım cümle alemin malumuyken; nerede ne indirim var benden sorulur oldu desem yeridir vesselam..Bernardo tüm tencereler ve günlük yemek takımlarında %50  indirim yapınca; kendime hemen bir alışveriş listesi oluşturdum.Hatta listemi oluştururken fark ettim ki mutfak gereçlerinde kırmızı rengi beğeniyormuşum :) Sanırım mutfağımda tava tencere ve mutfak gereçleri kırmızı olurken;  yemek takımlarım pembiş olacak:) Aslında bana kalsa mutfak ürünlerinde de pembe rengi öncelikli tutardım ama bu konuda uzun uzadıya bir araştırma yaptım ve mutfak takımı oluştururken her ürünün pembesini bulmanın imkansız olduğu gerçeğiyle burun buruna gelince; ben de işimi sağlama aldım ve kırmızıya yöneldim.
Bernardo'nun internet sitesinden seçimlerimi yaptım:) İzmir-Optimum Bernardo'yu aradım ve düdüklü tenceremle, seramik tencere setimi yarın bir koşu gidip almak üzere ayırttım.Malum; Madam Coco'da nevresim takımı kalmadığını öğrenince kokorilere sinir olmuştum!


Ekmek kutusunun sevimliliğine bir bakar mısınız? Böyle tatlı bir şey olabilir mi ya? Üçlü kavanoz setini de yakınlarında bir yere koymak lazım ki bıcır bıcır olsunlar mutfağın bir köşesinde:))

Düdüklü tencere 6 litrelik olsun istiyordum ben; bu düdüklü işime geldi açıkçası. Hoş; evliliğimizin ilk zamanlarında 2 bardak fasulyeyi 6 litrelik düdüklüde kaynatmak zorunda olma ihtimalim yüksek olabilir ama; ömür boyu iki kişi kalmayacağız; bebişler falan da olur :)

Romance yemek takımını duymayanınız kaldı mı bilmiyorum; şu sıra çeyiz alışverişi bloglarında dahi patladı gitti bu takım, nitekim sevgili nişanlım da beğenmişti :) İzne geldiğinde Bernardo'ya soktum onu..Hala nasıl yaptı bilmiyorum ama benim için yaptı:) Şapşal şapşal bakındı orada, çok tatlı ya kıyamam:) Her gösterdiğimi beğendi.Sonunda da; "Sen al aşkım kafana göre, sen en iyisini bulursun zaten." dedi ve çıktı işin içinden.

Neyse; sonuç itibariyle ben bu Romance Yemek takımına bayıldımmmm; 6 kişilik günlük yemek takımım olarak almayı düşünüyorum.Üstelik bardakları, amerikan servisi, ve çatal bıçak seti de bonusu.Tam istediğim şey; yoksa bir de günlük yemek takımına uygun bardak, çatal bıçak, amerikan servis arayıp bulmak derdi olacaktı ki hiç çekilmez.

Kahvaltı takımımı Bernardo - Rosy serisinden seçtim. Rosy başlı başına kendi içinde bir seri.Tepsileri, kahve bardakları, amerikan servisleri gibi tamamlayıcı mutfak ürünleri var.Ben de kahvaltı takımından başlayarak Rosy serisiyle mutfağımda bir koleksiyon yaratırım diye düşünüyorum.Netice olarak rengi, desenleri ve tüm sevimliliğiyle bu kahvaltı takımını mutfağımda istiyorum.

Seçimlerim bunlar..Sizler nasıl buldunuz?

Peki yapacaklarım? Seramik tencere setim ve düdüklü tenceremi ayırttığımı söyledim, yarın onları nakit olarak gidip alıyorum.Peki diğerleri? Orası biraz karışık.Alışveriş listemdeki diğer ürünleri alabilme imkanını bana sunmak için kuryede tarafıma iletilmek üzere yol alan bir kredi kartım var; kampanya stokla sınırlı olduğundan benim kredi kartım gelesiye kadar bunları ayırtmak zorundayım.Mağazayı aradığımda bana yardımcı olacaklarını söylediler; umarım sözlerini tutarlar; aksi halde kokoriye bağlayacağımı söylememe gerek var mı acaba?

En azından yarın ayırtmış olduklarımı alarak, geriye kalanları da kartım gelesiye kadar aynı şekilde yapabilirsem; evdeki hesabı çarşıya uydurmuş olacağım.

Şansa mı ihtiyacım var biraz?

Bana şans dileyin...

Çeyiz hazırlığında böcek ısırması ve kütük gibi uyumak...



Tam bir kazazedeyim ben.O da nereden mi çıktı; vallahi elime vicdanıma koyarak söylüyorum ki, kendime acımama vesile olan bu olay; dün akşam 6 sularında meydana gelmiş olup, canımın çekisi henüz dinmemiş, dinmek de bilmemiştir.Her gün bir ekşın yaşamak (P.S: action olarak yazıldığını da biliyorum) zorunda mıyım diye soruyorum bazen kendime.Bala bulanık bir hayatım yok elbet ama talihsizlikler silsilesi içinde bu kadar kaybolmak bana reva mı diye düşünmüyor da değilim hani..

Görenin beni önümüzdeki ay evleniyor sanmasına neden olacak bir heyecan ve panikle çeyiz hazırlıklarına start vermiş olmamın cezası bu.Tanrı beni zaman zaman cezalandırıyor, farkındayım.Ne bu acelem onu da bilmiyorum.Bir yıl var önümde; gerçi ha deyince, şöyle birkaç ay kalmışken, gidip toptan mağazayı kapatmasını ben de biliyorum ama malum cancağızım; "tamamen duygusal". O yüzden ben de bir sene kala; iyisini kalitelisini, indirimde yakalayarak, bir köşeye atmaya karar verdim.Beyin bedava..

Ha evet; Tanrı beni cezalandırdı demiştim.Dün işten gelince "hafta sonu neyim var neyim yok çıkarıp bakma" zahmetine bir ön hazırlık olması adına; arka balkondaki koliler bana mı ait diye bir bakayım istedim.Bir şey ısırdı beni ya.O şey ne görmedim,duymadım,bilmiyorum ama can çekisi büyük vesselam.Ayağımın üstüne kaynar su dökülmüş hissi ve yaşadığım panikle; ortalama on dakika içinde hastanede iğneyi mabadımda gördüm:) Doktor iğne vurmadan önce; sanki kemiğime batırılıyormuş gibi bir his duyacağımı, biraz canımın acıyacağını ve ilacın yakacağını söylemesine rağmen orada "Felç geçiriyorum herhalde.." diye düşünmekten kendimi alamadım.Bu nasıl bir iğnedir, bu nasıl bir acıdır anlatamam..

Akabinde Hommer gibi; amiyane tabirle kütük gibi bir uyku...
Akşam yemeğini kaçırmış olmanın dezavantajıyla; gece açlıktan uyandım.Açlıktan uyanıyormuş demek ki insan..Çişinin gelmesi gibi acil giderilmesi gereken bir ihtiyaca dönüştüğünde; konforlu yataktan söküp atıyor insanı.

Nişanlımın gece 3-5 nöbetine saat 4 sularında katılım sağladım bende..Nöbet bitince tatlı uykuma geri döndüm.

Bu arada beni ısıran mahlukatın ne olduğu hala çözülebilmiş değil; yanıma kar kalan acısı da cabası..

17 Temmuz 2014 Perşembe

Çeyiz Alışverişimden Notlar: Madam Coco Çılgınlığı

Nişanlım askerden izne geldi-gitti derken yine blogumda bir "yokluk" söz konusu olmuştu.Bildiğin; yoktum yani ortalarda.

Derken; tek kelimeyle "kusursuz" olarak nitelendirmekle mükellef olduğum dolu dolu geçen bir haftadan sonra, kendimi dipsiz bir kuyuya düşmüş, hatta boşlukta sallanıyor gibi hissediyorum.Bedenimi sürükleyerek işe, bedenimi bir daha sürükleyerek eve gidiyor, zamanın hızlı geçmesinden başka bir dilekte bulunmuyorken bir anda çeyizime kafayı takmış durumda buldum kendimi.Sanırım bu "kusursuz" bir haftadan sonra, kafamı meşgul etme arayışımın ve evlenmeme tahminen son bir yılımın kalmış olmasının da etkisini es geçmek olmaz.

Belki televizyonda falan görmüşsünüzdür; Madam Coco tüm havlularda %50 + %50 indirim yaptı.Yani 20 liralık bir şey, oldu sana 5 lira..Bir de çarşaf takımlarını unutmamak lazım tabi..Çift kişilikler 107 liradan 30 liraya, tek kişilikler ise 64 liradan 20 liraya düşmüş; ARA Kİ BULASIN! Bir tane olsun çarşaf takımı bırakmamış kokoriler! Sinir oluyorum bu insanlara; adabınızla alın nan! Bu insanlara indirim yapmaya gör, ihtiyacı olsun olmasın; kaliteyi biraz ucuza ver de izle şenliği...Öyle bir kin ve nefretle doldum ki çarşaf takımı kalmadığını görünce; içimdeki o hayal kırıklığı, kızgınlık ve kırgınlığı anlatmam mümkün değil :( Sanırım yavaştan kafayı sıyırmak üzereyim..Bir tek çarşaf takımı dahi alamamış olabilirim belki ama; ben de sizlere havlu bırakmadım! Mağazadaki winter motifli serileri tam takım olarak almışlığımın üzerine, el havlusu,mutfak havlusu, banyo havlusu ne bulduysam kucakladım:)

Sakinleştiğimde; 625 liralık bir alışveriş yaptığımı fark ettim ama işin güzel yanı keyifle kasada 250 kağıt bırakıp eve yollanmak oldu.Zekice yapılmış bir hamle ile; evimde havlu namına ihtiyacım olabilecek aklınıza ne geliyorsa insanlık namına gittim fazla fazla aldım.Bir tek bay-bayan bornoz takımım kaldı; "Neden, onlar havlu değil mi?" diyen varsa toz olsun! Ben de öyle düşündüm ama fazla heveslenmeyin:) Neyse şimdi konu dağılmasın nasılsa onlar da hallolur, Allah büyük..Otobüsü metrosu derken, taşıması biraz çetrefilli oldu ama, değdi mi değdi.Yine de çarşaf takımları içimde ukde kaldı mı kaldı.Bundandır ki; bir hayli hoşnut, bir hayli de hayal kırıklığına uğramış şekilde bir kez daha bedenimi sürükleyerek eve doğru yola koyuldum.

Can havliyle torba taşıma çabamı gören metrodaki sevimli bir bayan; "Maşallah, zor işler..Düğün yakın galiba.." diyerek tebessüm etti, metrodan indi.Ses etmedim; "Ne yakını, daha rahat bir senesi var.." demek gelmedi içimden, memnun oldum sanırım, sadece tebessüm etmekle yetindim.

Hafta sonu plan programımda yine çeyizim namına çabalamak var:) Her şeyimi bir bir çıkartıp bir defter tutmaya başlayacağım ki; neyim var neyim yok, varsa kaç tane bileyim..Böylelikle çeyizimde, ne eksiğim olur, ne de 4 tane fön makinesi:) Aldık aldık bazen; unuttuk gitti..Bir açıp görmek, bir liste hazırlamak, bir de güzel güzel yerleştirmekte fayda var.

Şaka bir yana kokorilere kızgın değilim; çarşafları bitirmiş olabilirler belki ama payıma düşen alışverişi sayarsak, ben de en az onlar kadar suçluyum, kokoriyim!

EVET, BEN DE BİR KOKORİYİM!

4 Temmuz 2014 Cuma

Devre Arası!

Erkek kuaförlerinde hal BAHATTİN iken; bayan kuaförlerinin de kendine has -ters köşe- mizaçları yok mudur; vardır elbet..Kimse kuaför değiştirdiğinde; turşu suyunun dibine vurmuş surat ekşimesiyle "Hımmm, daha önce bu saçı kim kesmişti?" diye sormamış bir kuaförle karşılaştığını iddia edemez bana, aksini ispatlayamaz.Zira benim "tecrübeyle sabit olanlar'ımdan" biridir bu da..NATO KAFA, NATO MERMER!

Anlayacağınız; malum nişanlımın yarın itibariyle İzmir'e gelişi için yaptığım hazırlık sürecinde (ki bitmek bilmeyen bir hazırlık olduğundan bunu süreç olarak adlandırmakta israr ediyorum) kendimi yine kuaförde buldum.Sarı saçı seviyorum; üniversiteye başlayacağım yazdan itibaren ki bu sürenin de son 5 seneye tekabül ettiğini belirtmekte fayda var, saçlarımı sarı kullanıyorum ve dahi vazgeçemiyorum.

Her neyse; şimdi konu bu değil.Nişan öncesi saçlarımı tebdili mekanda ferahlık vardır zihniyetiyle başka bir kuaföre röfle yaptırdım, - maz olaydım! Yaptır-maz olaydım.Memnun kalmadım.Nişanı gayet güzel atlattık; ama bir ay kadar sonra saçlarımda kızılımsı morumtırak bir sarı belirdi.Artık nasıl bir renk olduğunu anlatmamın mümkün olmadığını "kızılımsı morumtırak sarı" dememden tahmin edeceğinizden emin olmakla beraber; dün yine soluğu kendi kuaförümde aldım.En iyi yol bildiğin yol felsefesini gütmekten geri kalmamam gerektiğini bir kez daha tecrübeyle sabitledim!

Tabi kuaförümün ters köse mizacından da nasibimi aldım.Suratında turşu suyu ekşitmesiyle; "Vallahi anca bak 2 kerede toparladık!" sitemleri eşliğinde saçımı kusursuz bulduğum rengine tam anlamıyla kavuşturarak ayrıldım oradan.

Tabi bu yaptıklarım TRAJİK BEKLEYİŞ diye nitelendirdiğim; şu geçmek bilmeyen birkaç gün içerisinde yapmam gereken hazırlıkların bir kısmı.Neyse ki son 1 aydır sizlere de söylediğim gibi bir göz kalemi,bir ruj'dan ibaret olmayacağım, hemde bir haftalığına! Çünkü yarın büyük gün ve nişanlım geliyor!

Kutlamamız gereken; 2 Temmuz tarihli hatta son kullanma tarihi geçmiş bir doğum günümüz var:) Sanırım ilk iş oradan başlamak.Aslında ben onun hediyesini daha önceden almış olarak; üstüme düşeni yaptığım kanaatindeyim:)

Şimdi sıra işin devir teslim kısmında; umarım beğenir:) Aksi halde camdan atlamamam için beni tutacak herhangi bir nedenimin olması çok güç:)

Kıssadan hisse; beni bekleyen mutlu hemde musmutlu bir haftam var.Tabi bir de Sevgili Mien'den tarafıma paslanmış olan "Hatıralar MİM'i". Aslında eften püften bir şeylerle çıkabilirim işin içinden ama bu MİM'i şöyle özene bezene hazırlamak için sıkı bir zamana ihtiyacım var öncelikle.

Kaç kere tekrar ettiğimi bilmeden söylüyorum ki; önümüzdeki hafta yoğun geçeceğinden blogumda bir -yok'luk söz konusu olabilir.Yine de hep söylediğim gibi; dolu dolu geçen bir zamanın anlatılasıları çok olur.Böylelikle ben de aradaki açığı kapatabilirim; ne dersiniz?

P.S: Gün içerisinde Bumarang reklam teklifi aldığıma dair minik bir anekdot yayınladım.Dolu yada boş hiç farketmeksizin bir fikri, önerisi, ıdısı - vıdısı olan varsa yorumlarınız şiddetle beklenmekte; bilginize...

Nitekim; tüm bu anlattıklarımdan sebep ben galiba bu "devre arasında" sizi biraz özleyeceğim... :( Çok da değil ama; biraz!

Marilyn Monroe maskemin altında bir gözüm üzerinizde olmak kaydı şartıyla; 

Sevgi,merhamet ve hoşgörü ile kalın.
İyisi mi HOŞÇAKALIN!


Ne yapmalıyım?

Bumerang'dan bir reklam teklifi aldım; ne halt etmem gerektiği hakkında en ufak bir fikrim yok.

Fikri zihni hür insan; bir fikir baloncuğu patlat ne olursun!

Kafamda deli sorular; "Ne yapmalıyım?"

2 Temmuz 2014 Çarşamba

Anlatılası'larım Var...

Yalnız mısınız? Aşk acısı mı çekiyorsunuz? Artık hayatınızda birisi olsun mu istiyorsunuz? Bu -tek kişilik- sizi öldürmek üzere ya da sevdiceğiniz çok mu uzaklarda? SEFİLLER! Hihahaha.. (kötü kadın gülümsemesi)

Çünkü benim nişanlımın bir ayağı yolda ama merak etmeyin tüm hava civam 5 Temmuz itibariyle başlayacak ve 11 Temmuz'da sona erecek..Sonra mı? SEFİLLER..

Bir hafta sayılabilecek; dolu dizgin günler beni beklemekte.Önce halletmemiz gereken bir KPSS sınavı var tabi.Bu yüzdendir ki; birkaç gün Ankara'da kaldıktan ve sınavına girdikten sonra Cumartesi akşamüstü 5'te onu havalimanından karşılayacağım.İlk göreceğim anı hayal bile edemiyorum; vaka çok özledim.

Bolca dert yanarak geçirdiğim bu asker bekleme döneminde 2 ayı geride bıraktım.

"Esas adam" balık sever.Ben de ona mükellef bir balık sofrası kurmayı düşünüyorum.İlk günümüzün akşamı menüde çorba,çipura,karides şeklinde bir menü belirledim ve elbette balık sofralarının vazgeçilmezi olan mezeler ve salataları da ihmal etmeyeceğim.Esas adam balık sever de; esas kız yapmaz mı!

Tabi bu bekleyişim devam ederken; kendi heyecanımda boğulmak üzereyim.3 yılı aşkın süredir beraberiz; arkadaş, dost, sevgili ve nişanlıyız.Benim şimdiki heyecanım ise ilk zamanların temposuyla kısasa kısas..Sanırım bu ilişkimizdeki en büyük şans.Eksilmediğimiz gibi; çoğalıyoruz da! Çoğalmak demişken; şu falcının ikiz çocuğum olacağına dair atıp tutmalarına acayip kafayı takmış durumdayım; baya ikiz çocuk annesi oldum şimdiden! Çoğalmak derken konu yine "bebek sevgime" bağlandı ya, hadi neyse...

Doğmamış çocuğa don biçmek adettendir bizde!

Ortaya karışıklardan biri oldu sanırım bu post.Anlatılası'larım var dedim ben size; anlatılması gerekenlerim değil! Sonuç itibariyle anlatmasam da olurdu.Kafamda dönüp duran tilkilerin kuyruğu birbirine değdiği an yazıyorum sadece; değdi ve yazdım, kısa ve net.

P.S: Yazar gergin tavırlarından dolayı özürlerini bir borç bilir,zira beklemek gitgide zorlaşmıştır.

Sevgi ve içtenliğimle....

1 Temmuz 2014 Salı

Yine Yeni Yeniden

Ay durun yine geç kaldım!

İhmalkarlığıma maruz kalmış beni beklemekte olan bir MİM ve anlatılması gerekenlerim var! Hangisinden başlayayım diye düşünmekten kendimi alıkoyamazken; bir fikir baloncuğu patlattım ve dedim ki; iyisi mi ayrı ayrı iki post'ta yayınlayayım ki hedefler 12'den vurulmuş olsun! Böylelikle; geç kaldığımı dile getirmesi yüzümü kızartan bir MİM'imle başlamak istedim.
Namı değer; Grilady ki tırnak içinde "kendisi blog alemine yeni adım atmış,sevilesi,desteklenesi,ıdısı bıdısı vıcısı gıdısı falan feşmekan bloglardan" biri olmak kaydı şartıyla sağ olsun beni MİM'lemiş.

Bu arada bu zamana kadar ne kadar çok MİM geldi böyle değil mi?Seviniyorum vallahi; hatta bir MİM pages düzenlemeyi dahi düşündüm; ama sonra vazgeçtim.Hoş; zaten vazgeçtiğim bir şeyi burada neden ilan ettim ona da anlam verebilmiş değilim.

Kendimden bahsetmeden MİM yazamayacak mıyım ben? Cık!

Başım fena halde dertte zira kafamı kaldıramıyorum çünkü beynime giden kan "beynime kan gidip gitmediği tartışmaya açık olmak kaydı şartıyla" sıcaktan kaynıyor sanki.

Buna da bir alternatif çözüm buldum; kendimi sık sık 3-S kuralı ile birlikte Maldivler'de hayal ediyorum; sea, sand, sunshine! Tabi Maldivler'e gitmeyi düşlerken; kalkıp elime yüzüme su çırpmaya bile üşeniyorum...

Derken gelelim MİM'e;

1-)  Blog yazmak sana neler kazandırdı ?
Ben bloguma ne kazandırdım sorusuna vereceğim cevapla aynı mı olurdu acaba diye düşündüren soru..Binlerce kez söylediğim gibi; "Peki nedir Bir Delinin Pembe Defteri?" diye kendime sorduğumda verdiğim cevap.Günlük tutma çabalarımın sanal alemdeki yansıması.Kendime kattığım katma değer; hunharca yazdığım kendimin patronu olduğum sanal Nirvanam:) Sanırım en büyük kazancım; yine kendimim! Narsist falan değilim merak etmeyin:) Benim oyunum, benim kurallarım sadece...

2-) Ne tür kitaplar ve filmlerden  hoşlanırsın ?
Kişisel gelişim kitapları ve romanları severim.Okur muyum; hayır. Okur muydum; evet.

3-) Tekrar tekrar okuduğun bir kitabın var mı ?
Dostoyevski - Suç ve Ceza. Aslında tekrar tekrar okumak da denilemez de; zaten mevzu bahis işlem mission complete statüsüne konulmuştur.Vakti zamanında tekrar tekrar okunmuştur...

4-) Seni tanımlayan en iyi 5 kelime ?
Merhametli, güvenilir, iyi niyetli, geveze, aşık.

5-) Okumaktan en çok keyif aldığın blog içeriği hangisidir ? Kişisel - Moda - Yemek - Teknoloji ?
Kişisel yazan bir blogger olduğuma göre en çok okumaktan keyif aldığım blog türünün de kişisel bloglar olması pek kanıksanamaz diye düşünüyorum.Öte yandan, kitap okumaktan pek hoşlanmama rağmen nedendir bilinmez kitap bloglarını takip etmeyi seviyorum.

Sevgili Grilady'e bir kez daha teşekkür etme ve "aramıza hoşgeldin" deme bahanesi bularak; pek değerli isim benzerim; 1deliningünlükleri'ne MİM'i paslıyorum.

Sevgi, aşk, merhamet ve tebessümle kalın.

27 Haziran 2014 Cuma

BOL TİLKİLİ GÜNLER

Paylaştığım ilk yazıya baktım bugün. "En doğru başlangıç 'ben'im. Kendim. 91 yılının Eylül ayında bir sonbahar gününün tüm karamsarlığını üzerime pelesenk edip, ailemin Pazar tatilini İzmir Fuarı'na giderek değerlendirmek istemesine tepki olarak doğdum." diyerek başlamıştım yazmaya...

23 yaşımın son demlerinde; 24'ümün kapısında duruyorum.Klişelerden bir esintiyle; zaman ne kadar çabuk geçiyor diye düşünüyorum kendi kendime.

Kendimi tanıyorum; kim olduğumu, ne olduğumu dahası ne olmak istediğimi biliyor ve geleceğimi daha çok kestirebiliyorum artık..Bak tekrar düşündüm şimdi; "Zaman ne kadar çabuk geçiyor..!"

Kafamda bin tane tilki var yine; çok dolaşıyor, çok konuşuyorlar ve her zamanki gibi hiçbirinin de kuyruğu birbirine değmiyor.

Bir şeyler karalamak istedim dün; vazgeçtim.

Kararsızım her konuda.En basitinden karnım guruldasa; dolabın kapağını açıp on dakika bakıyorum; onu mu yesem bunu mu yesem...Yemiyorum sonra; bikini sezonu açıldı, formunu koru diyor tilkinin biri.Çabuk kulak asıyorum bende.Gören de sanır ki deniz-kum-güneş üçlüsüyle geçiyor yaz tatili.Neyse Allah'tan birileri klimayı icat etmiş de biz de sebepleniyoruz.

Al işte nereden nereye bağladım yine konuları.Aynı anda birçok şeyi birden düşünüyorum.Dolayısıyla birçok şeyi birden yazıyorum.Giriş, gelişme ve sonuçsuz bir dönem oldu bu asker bekleme işi.

Bu 6 ay sürecek bekleyiş sırasında hayatımı "pause" düğmesine basıp bir köşeye yerleştirmiş, hatta başucuma koyduğum zamanı daha hızlı akması için böylesine kuvvetli itelerken; hep söylediğim gibi yapmakta olduğum bir diğer şey ise -beklemeye devam etmek...

Bir diğer tilki konuşuyor bak yine kafamda.Bu bekleyiş daralttı beni...Şayet "ZAMAN ÖYLE ÇABUK FALAN GEÇMİYOR!

25 Haziran 2014 Çarşamba

Yardımınıza İhtiyacım Var!

"O Çocuk" geliyor...

Güzel bir haberle başladım güne.Çarşamba en sevdiğim gün mü olsa ne? Neyse; şimdi gevezeliğin sırası değil.Size topuklarım popoma değe değe haberi vermeye geldim."O çocuk" yani sevgili nişanlım; KPSS sınavına girmek için askeriyeden iznini alıyor; ve bu doğum gününü beraber kutlayamayacak olsak da; bizi beraber geçireceğimiz güzel günler beklemeye başlıyor.

Tam bir hafta sonra tarih 2 Temmuz'u gösterecek ve benim tez elden marjinal fikirlere ihtiyacım var zira; sevgili nişanlıcağızımın doğum günü için bir şeyler yapmam lazım.Sıradan bir şey olmasını istemiyorum.Sürpriz yapma imkanımın da olmayışından olsa gerek; en azından hediyem sürpriz içersin istiyorum.

Asker adama ne alınır ki? Bir tshirt alsan giyebilecek, saat alsan takabilecek sanki...O yüzden benim sevimli hatıralar bırakacak zeka parıltılı hediye fikirlerine ihtiyacım olsa da; allem ettim kallem ettim; hediyemi hatta ve hatta tabiri caizse minik hediyeciklerimi nasıl takdim edeceğim konusunda güzel bir fikir edindim:) Böylelikle hediyelerini açarken pek bir eğleneceğimizi düşünüyorum.Aslında kullanabileceği şık bir hediye alıp; romantik bir akşam yemeği yemek imkanımız olsaydı, böyle bir sıkıntım olmayacaktı.Bildiğiniz gibi kendisi askerde ve biz bir özel günümüzü daha ayrı geçirmek zorundayız hatta belirtmem de fayda var ki; bu inanılmaz derecede katlanılmaz bir durum...Neyse ki en başında müjdelediğim üzere; doğum gününden birkaç gün sonra yanımda olacak:)

Lafı çok da dallandırıp budaklandırmaya gerek görmüyorum; uzun lafın kısası doğum gününde beraber olma ihtimalimiz olmadığından; parlak fikir baloncukları arayışı içerisindeyim.Hediyemi nasıl vereceğim konusunda; aklıma yatan bir baloncuğum var; vaka tek sıkıntı mini mini hediyeciklere ihtiyaç duyuyor olmam.

Asker olduğu için blogumu takip edebildiğini sanmıyorum ama yine de eşeğimi sağlam kazığa bağlamayı ihmal etmek istemiyorum.Bu yüzden de hediyelerimi nasıl verdiğimi sizlerle sonrasında paylaşıcam:)

Şimdi asıl problem şu; küçük boyutlarda "bir tanesi as hediye" olmak kaydı şartıyla; miniş miniş hediyeciklere ve dolayısıyla sizden gelecek fikir baloncuklarına ihtiyacım var.Post'un altına yorum olarak bırakabilirsiniz ama ben yorumlarınızı yani fikir baloncuklarınızı hediyemi verdikten sonra yayınlayabilirim.Anlayacağınız; devir teslim törenine kadar "minik minik hediyecikler ve fikir baloncuklarımız" aramızda -sır olarak kalmalı ;)

Ya benim yardımınıza ihtiyacım var...

24 Haziran 2014 Salı

Blog yazmak bir hayal kırıklığı mı? Bölüm:1

Beni bilirsiniz; genelde bu tarz konulara değinmem.Dünyanın en salak 10 adamı listesi, pilav pişirmenin püf noktaları tarzında yazılara rastlamanızın mümkün olmadığı;  bolca kendinden dem vuran ve her zaman üstüne basa basa söylediğim gibi "incir çekirdeğinin hacmini doldurmak"tan öte gayesi olmayan bir internet günlüğünden ibaretim.

Her ne kadar kendime ve "kendim için" yazsam da; durağan,olduğu yerde sayan,ilk gününden bu yana bir tık öteye varamamış bir blog olmamak için yazılarımı, ifade etmeye çalıştıklarımı hatta ve hatta ifade etmek isteyip de edemediklerimi dahi güncel tutmaya çalışıyorum.

İyi bir blog sahibi olmanın altın kuralları başlıkları altında zaptirik zupturik blog yazılarını bol keseden okumuş biri olarak; size tavsiyem; aslında tavsiyelere ihtiyacınız olmadığı.Bir çok blog; bir çok bay-bayan kendini bilmiş zira fikri-zihni hür zihniyet, size "nasıl iyi bir blogger olunur" postları altında ahkam keser.Lakin belirtmemde fayda var ki benim gözümde; çaktırmadan ayak parmak arasını kaşıyan,kırmızı ışıkta sümüğüyle minik topaçlar yapanlardan herhangi bir farkları yok kendilerinin.Sürç-i lisan etti isek affola...

Blog'da 1 yılıma sayılı günler kala; blog yazarlığı hakkında bazı şeyleri sorgular, kendi durumumu gözden geçirir oldum."Blog yazmak hayal kırıklığı mı?" diye mesela...

Aslında başlarda tam bir hayal kırıklığı.Zannederim ki bugün işte tam da bu yüzden; bir çok blog bir heves açılmış fakat bir kaç ay sonra internet çöplüğünde kendine en babasından yer edinmiş.Benim tabirimle: Taçsız Kral Sendromu yaşamış; yani kayda değer başlangıçlar yapmış ama kimsenin keşfetmediği, keşfetse dahi sallamadığı bloglar olmuş bunlar.

Bir blog için en kritik zaman; ilk birkaç aydır.Hele de benim gibi facebook,twitter,instagram gibi sosyal ağlarda izine tozuna rastlanmayacak biri iseniz; sesinizi duyurmak çok daha zor, çok daha yıldırıcıdır ve mevzu bahis bu birkaç ay amiyane tabirle "zehir zemberek" geçer...

Tüm bunları düşünerek sorguladım blog yazmanın hayal kırıklığı olup olmadığını.Sanırım beni bu sorgulamaya iten şey; biraz da blogumun 1 yaşına girmesine az bir zaman kalmış olması...

Düşündüm de; bahsettiğim "zehir zemberek" zamanı atlatmış olmasaydım, bugün internet çöplüğünde yerimi almış olabilirdim ben de..Ben de Taçsız Kral'lardan biri olarak ilan edilebilirdim bir blogger tarafından..

O yüzden iyi bir blogger olmanın 10 altın kuralı falan yoktur.Takılmayın bunlara!Asıl kural; vazgeçmemektir.Sesini duyan var ya da yok; en başta "Ben bu blogu yazarım arkadaş, hem de en babasından!" mantalitesi var seni cesaretlendirecek olan...Benim en büyük cesaretim de bu olmadı mı zaten...Birileri gelip beni okuyor zamanla ve takip ediliyorum; her ne kadar umduğumdan daha çok zaman alsa da:) Sonuçta memelerini çekip instagramda binlerce takipçi elde etmek gibi bir şey değil blog yazarlığı; her şeyden öte bir yazma kabiliyeti ister ki ben bunun hep bir yetenek olduğuna inanırım, sonrasındaysa özgünlük,emek ve zaman...

Nitekim işte o zaman geçtikçe de çocuğunuz gibi oluveriyor blogunuz; elinizde büyüyor kereta!

P.S: Bu gece ilk nöbetimizi tutuyoruz askerlikte.Canım nişanlıcığım; 1-3 nöbeti tutacak bu gece; ilk nöbet olmasından mı yoksa asla buna alışamayacak mıyım bilmiyorum ama; şimdiden bu gece 1-3 nöbetine bizatihi iştirak edeceğim kesin...

Unutmayın; "zehir zemberek" zamanlar gelir; ve geçer...


Fal Baktırdım!

Doğrusunu söylemek gerekirse; sizleri de haberdar ederek verdiğim küçük aradan sonra; kalemi elime alacağım gün olarak, bol dinlenceli bol eğlenceli hafta sonu, kendine has bir sendroma sahip Pazartesi akabinde; bugünü seçtim.

Tabi bu kısa aradan sonra da uzun uzadıya cümleler kurmaktan vazgeçmemiş olmam; içler acısı mı acaba? Neyse ki; benim blogum, benim kalemim ;)

Pazar günü kızlarla güzel bir program yaptık.Sevgi'nin Almanya'dan kesin dönüşü benim çeyizime yaradı yine:) Yemiş olduğum çikolataları ve aldığım kalorileri saymazsak; Sevgi'nin hayatıma U dönüşü benim için tarif edilemez bir mutluluk...Dişi kişilik Almanya'dan sadece çikolata değil; zevkimi ve tarzımı bildiğinden almak isteyeceğim ne makyaj malzemesi varsa; tutmuş getirmiş.Ne yalan söyleyeyim; en pahalısı, en iyisi...Ben de elimde çarçur etmeden; bir güzel çeyizime kaldırdım:)

Gören de beni sanır ki 2 ay sonra düğünüm var.Yok be cancağızım..Var daha var :) Seneye yaza diye tahmin yürütüyorum şimdilik:) Aslında sırf tahmin de değil...Fal baktırdım ay ben!

İzmir'de fal işi meraklısına çok cazip seçenekler sunar; vaka, fala inanma falsız kalma mantaliteniz varsa dimağınızın sınırlarını zorlamaya da teşvik eder insanı.

Güzel bir sabah kahvaltısıyla başladık kızlarla programa.O kafeden bu kafeye Kıbrıs'ta girilmemiş mekan bırakmadıktan sonra akşamüstü 4 sularında kendimizi daha önceden adını duyduğumuz Cafe Daisy'de bulduk.Bilirkişi şahsiyetimizin adı Kaan.Adı üstünde söyledim sanırım; bildi adam:) İçinde bulunduğum durumu harfi harfine özetledi; bugünümü anlatan kısa bir sanal tur dinledikten sonra; geleceğim için notlar da düşmeyi ihmal etmedi.
Geleceğime Notlar:
Nişanlımla; 2015 Agustos ayında evlilik,
Evliliğin ilk 9 ayı içerisinde ikiz bebeklere hamilelik,
Sevgili nişanlıcağızım; inşaat sektöründe kendi işinin patronu,
Ankara'da bir hayat (şu Ankara'da yaşama fikrine bir türlü adapte olamadım, olamıyorum..)
Kariyerim oldukça parlak: Ev hanımlığı! 

P.S: Fikri zihni hür insan olan "kendim" için tek kalem not:
FALA İNANMA FALSIZ DA KALMA!

Bir kez daha; SEVGİLERİMLE...

20 Haziran 2014 Cuma

Hadi bakalım...

Zannedersem; 
İki günlük hafta sonu tatilini bahane ederek bir kaçamak yapmanın zamanı geldi.
Kaçamak derken; kastım şudur ki iki nokta üst üste: bol bol uyuyacağım!
Zaten bütün hafta içini kendimi tatil günlerinde alacağım uykuyu düşünerek motive etmiş olmamın da bana en büyük zararı bu oldu.Anlayacağınız öyle bir psikolojiye büründüm ki; bu hafta sonu uyumak zorundayım:)

Ve sanırım;
Bunun en büyük sebeplerinden biri de daha önce bahsettiğim uykusuzluk ve yorgunluk probleminin yanısıra;
dikkatinizi çekerek söylemeliyim ki: asker beklemek.

Anlamadığım şu:
Nasıl zor bir şeymiş bu asker beklemek.Hafta içi zaten zehir zemberek iken, hafta sonu da tatsız tuzsuz...

Lafı bağlamaya çalıştığım şükela nokta ise;
Sizlere; bitmek bilmeyen mutlu bir hafta sonu tatili dilemek.

Hepinize kocaman sarıldım.
Görevi bir hafta sonu boyunca daha son ütücüye devrettim.
Kalın selametle...

P.S: Yazar; sözünü noktaladığı an itibariyle laptop kapağını bir hışım kapatarak; hafta sonu uykusu amaçlı inzivaya çekilmiştir...

19 Haziran 2014 Perşembe

Ben Geldim Bumerang!

Merhaba

Blog hakkında paylaşmak istediğim bir post'la daha karşınızdayım; yeni bir maceraya atılmış bulunmaktayım. 

Neyse; yeni maceramın adı Hürriyet Bumerang.Aslında geç kaldığım ya da ertelemeyi tercih ettiğim bir macera mı o konuda yorum yapma lüksünü vermiyorum kendime.Gel gelelim; bugün bu maceraya tam anlamıyla atılmış bulunmaktayım.

Bumerang üyeliği için başvuru yaptım ve şükürler olsun ki Platin olarak en babasından kabul gördüm:) Yaşasın kötülük! İlk yazım da yayına girdi.

Artık blogla paralel olarak Bumerang'da BEN DE VARIM! Yazılarıma Yazarkafe'de de yer vermeyi düşünüyorum.

Umarım blogumun sesini daha çok duyurma imkanı ederim.Tüm amacım da bu zaten...

BANA ŞANS DİLEYİN!
AY HADİ İNŞALLAH...

Yelken

Kulağımda bir melodi; beni neşeye boğan...Tarifinin pek de mümkü  olmadığı bir huzur verdi gün ortasında bana bu eski; ama aslına bakarsanız hiç eskimediğine canı gönülden inandığım şarkı...

Bir seni sevdim inan 
Gerisi masal gerisi yalan 
Çok özledim daha duramam 
Sebebini sorma of aman aman 
Gel de kaçıp gidelim 
Usandım bu halimden 
Yelken açıp gidelim 
Görünmeden gece sahilden 
Kıpır kıpır oldu içim 
Sana dokunup seni öpmek için 
Bir anda geçse zaman 
Sebebini sorma of aman aman 
                                    (İzel - Yelken)

Ben size boşuna demedim 90'ların tadı bir başka diye; 
Yazarın kendini beğenmiş, bayan çok bilmiş şükela notu :

Sevgilerimle 90'lar...

18 Haziran 2014 Çarşamba

Bunları Düşünüyorum Sık Sık

Doğrusunu söylemek gerekirse hiç keyfim yok şu sıralar..Aslında böyle hissettiğimde blogla pek içli dışlı olmaktan hoşlanmıyorum.Hoşnutsuzum kendimden, yazdıklarımı bile beğenmiyorum artık.Can burundayken mizahiyet çabalarına girişiyor, iç dünyamı yansıtmayan güncel konulardan, havadan sudan dem vuruyorum.Aslına bakarsanız; buruşturup çöpe dahi atmaya üşeneceğim bir yazıyı çoktan yayınlamış oluyorum.

Üzerime yapışan, söküp atamadığım rahatsızlıklarımla uğraşıyorum.Bahardan mıdır bilmiyorum,ellerimde küçük renksiz kabarcıklar var; ne idüğü belirsiz...Gözlerim son 15 gündür bir kızarıyor,bir düzeliyor.Süregelen yorgunluk ve uykusuzluğumdan bahsetmemek işten bile değil.Doktora gitmiyorum çünkü birkaç saniyeliğine suratıma bön bön bakıp elime bir reçete tutuşturduğunu düşünmek bile benim için yeterince katlanılmaz.Olur olmaz şeylerden şikayetçiyim.Bir fotograf makinemin olmayışı mesela...Şöyle bin liralık bir şey bile fotografçılığa başlayabilmek için yeterli aslında.Yine de erteliyorum.Önceliklerimin sırasında ilerliyorum; bir gün güzel bir fotograf makinesine de sıra gelecek elbet diyerek bir kez daha ertelemek suretiyle tabi.Ha bir de; iş yerinde her gün hemde her gün telefonda insanlara laf anlatmaktan sıkıldım; tahsilat da böyle bir şey işte.

Beklemek beni iyiden iyiye usandırıyor artık.Otobüsü, yemeğin pişmesini, hafta sonu tatilini, evliliği, saçlarımın uzamasını ve daha nicelerini beklerken; sabırsızlıkla yaptığım tek şey nişanlımdan gelecek bir telefonu ve askerliğinin biteceği günü "beklemek"...Beklerken beklemekten daha can sıkıcı bir durum yok; vaka vakti zamanında söylediğim gibi; sayılı gün çabuk geçmiyor...

Günler birbirini tekrar ediyor ve ben birçoğunuz gibi günün 16 saati yapmak istemediğim şeyleri yapıyorum ki; geri kalan 8 saat günlük uyku sürem.

Bu arada varlıklar yokluklara dönüşebiliyormuş öğrendim.Hayatımın en güzel 3 yazını onunla geçirdikten sonra; en berbat yazını geçirmeye başladım.Varlığı mutluluk olmuşken, yokluğu hüzün oluyormuş meğer.Hep bir hüzün...Ama hayatımın en güzel de 3 kışı var; sonbaharda askerlik bittiğinde bir yenisi daha bizi bekliyor olacak...

Bunları düşünüyorum sıksık...

Blogger anneler fenomen çocuklar; anne bloggerlar teşhirci mi? Neden kendime anne blogger diyorum?

Bir evin bir kızıyım. Annem ben henüz 1 yaşındayken geçirdiği yüz felci sonrasında hastalanıyor ve ömrünün sonuna kadar yardıma ihtiyaç duya...