27 Haziran 2014 Cuma

BOL TİLKİLİ GÜNLER

Paylaştığım ilk yazıya baktım bugün. "En doğru başlangıç 'ben'im. Kendim. 91 yılının Eylül ayında bir sonbahar gününün tüm karamsarlığını üzerime pelesenk edip, ailemin Pazar tatilini İzmir Fuarı'na giderek değerlendirmek istemesine tepki olarak doğdum." diyerek başlamıştım yazmaya...

23 yaşımın son demlerinde; 24'ümün kapısında duruyorum.Klişelerden bir esintiyle; zaman ne kadar çabuk geçiyor diye düşünüyorum kendi kendime.

Kendimi tanıyorum; kim olduğumu, ne olduğumu dahası ne olmak istediğimi biliyor ve geleceğimi daha çok kestirebiliyorum artık..Bak tekrar düşündüm şimdi; "Zaman ne kadar çabuk geçiyor..!"

Kafamda bin tane tilki var yine; çok dolaşıyor, çok konuşuyorlar ve her zamanki gibi hiçbirinin de kuyruğu birbirine değmiyor.

Bir şeyler karalamak istedim dün; vazgeçtim.

Kararsızım her konuda.En basitinden karnım guruldasa; dolabın kapağını açıp on dakika bakıyorum; onu mu yesem bunu mu yesem...Yemiyorum sonra; bikini sezonu açıldı, formunu koru diyor tilkinin biri.Çabuk kulak asıyorum bende.Gören de sanır ki deniz-kum-güneş üçlüsüyle geçiyor yaz tatili.Neyse Allah'tan birileri klimayı icat etmiş de biz de sebepleniyoruz.

Al işte nereden nereye bağladım yine konuları.Aynı anda birçok şeyi birden düşünüyorum.Dolayısıyla birçok şeyi birden yazıyorum.Giriş, gelişme ve sonuçsuz bir dönem oldu bu asker bekleme işi.

Bu 6 ay sürecek bekleyiş sırasında hayatımı "pause" düğmesine basıp bir köşeye yerleştirmiş, hatta başucuma koyduğum zamanı daha hızlı akması için böylesine kuvvetli itelerken; hep söylediğim gibi yapmakta olduğum bir diğer şey ise -beklemeye devam etmek...

Bir diğer tilki konuşuyor bak yine kafamda.Bu bekleyiş daralttı beni...Şayet "ZAMAN ÖYLE ÇABUK FALAN GEÇMİYOR!

25 Haziran 2014 Çarşamba

Yardımınıza İhtiyacım Var!

"O Çocuk" geliyor...

Güzel bir haberle başladım güne.Çarşamba en sevdiğim gün mü olsa ne? Neyse; şimdi gevezeliğin sırası değil.Size topuklarım popoma değe değe haberi vermeye geldim."O çocuk" yani sevgili nişanlım; KPSS sınavına girmek için askeriyeden iznini alıyor; ve bu doğum gününü beraber kutlayamayacak olsak da; bizi beraber geçireceğimiz güzel günler beklemeye başlıyor.

Tam bir hafta sonra tarih 2 Temmuz'u gösterecek ve benim tez elden marjinal fikirlere ihtiyacım var zira; sevgili nişanlıcağızımın doğum günü için bir şeyler yapmam lazım.Sıradan bir şey olmasını istemiyorum.Sürpriz yapma imkanımın da olmayışından olsa gerek; en azından hediyem sürpriz içersin istiyorum.

Asker adama ne alınır ki? Bir tshirt alsan giyebilecek, saat alsan takabilecek sanki...O yüzden benim sevimli hatıralar bırakacak zeka parıltılı hediye fikirlerine ihtiyacım olsa da; allem ettim kallem ettim; hediyemi hatta ve hatta tabiri caizse minik hediyeciklerimi nasıl takdim edeceğim konusunda güzel bir fikir edindim:) Böylelikle hediyelerini açarken pek bir eğleneceğimizi düşünüyorum.Aslında kullanabileceği şık bir hediye alıp; romantik bir akşam yemeği yemek imkanımız olsaydı, böyle bir sıkıntım olmayacaktı.Bildiğiniz gibi kendisi askerde ve biz bir özel günümüzü daha ayrı geçirmek zorundayız hatta belirtmem de fayda var ki; bu inanılmaz derecede katlanılmaz bir durum...Neyse ki en başında müjdelediğim üzere; doğum gününden birkaç gün sonra yanımda olacak:)

Lafı çok da dallandırıp budaklandırmaya gerek görmüyorum; uzun lafın kısası doğum gününde beraber olma ihtimalimiz olmadığından; parlak fikir baloncukları arayışı içerisindeyim.Hediyemi nasıl vereceğim konusunda; aklıma yatan bir baloncuğum var; vaka tek sıkıntı mini mini hediyeciklere ihtiyaç duyuyor olmam.

Asker olduğu için blogumu takip edebildiğini sanmıyorum ama yine de eşeğimi sağlam kazığa bağlamayı ihmal etmek istemiyorum.Bu yüzden de hediyelerimi nasıl verdiğimi sizlerle sonrasında paylaşıcam:)

Şimdi asıl problem şu; küçük boyutlarda "bir tanesi as hediye" olmak kaydı şartıyla; miniş miniş hediyeciklere ve dolayısıyla sizden gelecek fikir baloncuklarına ihtiyacım var.Post'un altına yorum olarak bırakabilirsiniz ama ben yorumlarınızı yani fikir baloncuklarınızı hediyemi verdikten sonra yayınlayabilirim.Anlayacağınız; devir teslim törenine kadar "minik minik hediyecikler ve fikir baloncuklarımız" aramızda -sır olarak kalmalı ;)

Ya benim yardımınıza ihtiyacım var...

24 Haziran 2014 Salı

Blog yazmak bir hayal kırıklığı mı? Bölüm:1

Beni bilirsiniz; genelde bu tarz konulara değinmem.Dünyanın en salak 10 adamı listesi, pilav pişirmenin püf noktaları tarzında yazılara rastlamanızın mümkün olmadığı;  bolca kendinden dem vuran ve her zaman üstüne basa basa söylediğim gibi "incir çekirdeğinin hacmini doldurmak"tan öte gayesi olmayan bir internet günlüğünden ibaretim.

Her ne kadar kendime ve "kendim için" yazsam da; durağan,olduğu yerde sayan,ilk gününden bu yana bir tık öteye varamamış bir blog olmamak için yazılarımı, ifade etmeye çalıştıklarımı hatta ve hatta ifade etmek isteyip de edemediklerimi dahi güncel tutmaya çalışıyorum.

İyi bir blog sahibi olmanın altın kuralları başlıkları altında zaptirik zupturik blog yazılarını bol keseden okumuş biri olarak; size tavsiyem; aslında tavsiyelere ihtiyacınız olmadığı.Bir çok blog; bir çok bay-bayan kendini bilmiş zira fikri-zihni hür zihniyet, size "nasıl iyi bir blogger olunur" postları altında ahkam keser.Lakin belirtmemde fayda var ki benim gözümde; çaktırmadan ayak parmak arasını kaşıyan,kırmızı ışıkta sümüğüyle minik topaçlar yapanlardan herhangi bir farkları yok kendilerinin.Sürç-i lisan etti isek affola...

Blog'da 1 yılıma sayılı günler kala; blog yazarlığı hakkında bazı şeyleri sorgular, kendi durumumu gözden geçirir oldum."Blog yazmak hayal kırıklığı mı?" diye mesela...

Aslında başlarda tam bir hayal kırıklığı.Zannederim ki bugün işte tam da bu yüzden; bir çok blog bir heves açılmış fakat bir kaç ay sonra internet çöplüğünde kendine en babasından yer edinmiş.Benim tabirimle: Taçsız Kral Sendromu yaşamış; yani kayda değer başlangıçlar yapmış ama kimsenin keşfetmediği, keşfetse dahi sallamadığı bloglar olmuş bunlar.

Bir blog için en kritik zaman; ilk birkaç aydır.Hele de benim gibi facebook,twitter,instagram gibi sosyal ağlarda izine tozuna rastlanmayacak biri iseniz; sesinizi duyurmak çok daha zor, çok daha yıldırıcıdır ve mevzu bahis bu birkaç ay amiyane tabirle "zehir zemberek" geçer...

Tüm bunları düşünerek sorguladım blog yazmanın hayal kırıklığı olup olmadığını.Sanırım beni bu sorgulamaya iten şey; biraz da blogumun 1 yaşına girmesine az bir zaman kalmış olması...

Düşündüm de; bahsettiğim "zehir zemberek" zamanı atlatmış olmasaydım, bugün internet çöplüğünde yerimi almış olabilirdim ben de..Ben de Taçsız Kral'lardan biri olarak ilan edilebilirdim bir blogger tarafından..

O yüzden iyi bir blogger olmanın 10 altın kuralı falan yoktur.Takılmayın bunlara!Asıl kural; vazgeçmemektir.Sesini duyan var ya da yok; en başta "Ben bu blogu yazarım arkadaş, hem de en babasından!" mantalitesi var seni cesaretlendirecek olan...Benim en büyük cesaretim de bu olmadı mı zaten...Birileri gelip beni okuyor zamanla ve takip ediliyorum; her ne kadar umduğumdan daha çok zaman alsa da:) Sonuçta memelerini çekip instagramda binlerce takipçi elde etmek gibi bir şey değil blog yazarlığı; her şeyden öte bir yazma kabiliyeti ister ki ben bunun hep bir yetenek olduğuna inanırım, sonrasındaysa özgünlük,emek ve zaman...

Nitekim işte o zaman geçtikçe de çocuğunuz gibi oluveriyor blogunuz; elinizde büyüyor kereta!

P.S: Bu gece ilk nöbetimizi tutuyoruz askerlikte.Canım nişanlıcığım; 1-3 nöbeti tutacak bu gece; ilk nöbet olmasından mı yoksa asla buna alışamayacak mıyım bilmiyorum ama; şimdiden bu gece 1-3 nöbetine bizatihi iştirak edeceğim kesin...

Unutmayın; "zehir zemberek" zamanlar gelir; ve geçer...


Fal Baktırdım!

Doğrusunu söylemek gerekirse; sizleri de haberdar ederek verdiğim küçük aradan sonra; kalemi elime alacağım gün olarak, bol dinlenceli bol eğlenceli hafta sonu, kendine has bir sendroma sahip Pazartesi akabinde; bugünü seçtim.

Tabi bu kısa aradan sonra da uzun uzadıya cümleler kurmaktan vazgeçmemiş olmam; içler acısı mı acaba? Neyse ki; benim blogum, benim kalemim ;)

Pazar günü kızlarla güzel bir program yaptık.Sevgi'nin Almanya'dan kesin dönüşü benim çeyizime yaradı yine:) Yemiş olduğum çikolataları ve aldığım kalorileri saymazsak; Sevgi'nin hayatıma U dönüşü benim için tarif edilemez bir mutluluk...Dişi kişilik Almanya'dan sadece çikolata değil; zevkimi ve tarzımı bildiğinden almak isteyeceğim ne makyaj malzemesi varsa; tutmuş getirmiş.Ne yalan söyleyeyim; en pahalısı, en iyisi...Ben de elimde çarçur etmeden; bir güzel çeyizime kaldırdım:)

Gören de beni sanır ki 2 ay sonra düğünüm var.Yok be cancağızım..Var daha var :) Seneye yaza diye tahmin yürütüyorum şimdilik:) Aslında sırf tahmin de değil...Fal baktırdım ay ben!

İzmir'de fal işi meraklısına çok cazip seçenekler sunar; vaka, fala inanma falsız kalma mantaliteniz varsa dimağınızın sınırlarını zorlamaya da teşvik eder insanı.

Güzel bir sabah kahvaltısıyla başladık kızlarla programa.O kafeden bu kafeye Kıbrıs'ta girilmemiş mekan bırakmadıktan sonra akşamüstü 4 sularında kendimizi daha önceden adını duyduğumuz Cafe Daisy'de bulduk.Bilirkişi şahsiyetimizin adı Kaan.Adı üstünde söyledim sanırım; bildi adam:) İçinde bulunduğum durumu harfi harfine özetledi; bugünümü anlatan kısa bir sanal tur dinledikten sonra; geleceğim için notlar da düşmeyi ihmal etmedi.
Geleceğime Notlar:
Nişanlımla; 2015 Agustos ayında evlilik,
Evliliğin ilk 9 ayı içerisinde ikiz bebeklere hamilelik,
Sevgili nişanlıcağızım; inşaat sektöründe kendi işinin patronu,
Ankara'da bir hayat (şu Ankara'da yaşama fikrine bir türlü adapte olamadım, olamıyorum..)
Kariyerim oldukça parlak: Ev hanımlığı! 

P.S: Fikri zihni hür insan olan "kendim" için tek kalem not:
FALA İNANMA FALSIZ DA KALMA!

Bir kez daha; SEVGİLERİMLE...

20 Haziran 2014 Cuma

Hadi bakalım...

Zannedersem; 
İki günlük hafta sonu tatilini bahane ederek bir kaçamak yapmanın zamanı geldi.
Kaçamak derken; kastım şudur ki iki nokta üst üste: bol bol uyuyacağım!
Zaten bütün hafta içini kendimi tatil günlerinde alacağım uykuyu düşünerek motive etmiş olmamın da bana en büyük zararı bu oldu.Anlayacağınız öyle bir psikolojiye büründüm ki; bu hafta sonu uyumak zorundayım:)

Ve sanırım;
Bunun en büyük sebeplerinden biri de daha önce bahsettiğim uykusuzluk ve yorgunluk probleminin yanısıra;
dikkatinizi çekerek söylemeliyim ki: asker beklemek.

Anlamadığım şu:
Nasıl zor bir şeymiş bu asker beklemek.Hafta içi zaten zehir zemberek iken, hafta sonu da tatsız tuzsuz...

Lafı bağlamaya çalıştığım şükela nokta ise;
Sizlere; bitmek bilmeyen mutlu bir hafta sonu tatili dilemek.

Hepinize kocaman sarıldım.
Görevi bir hafta sonu boyunca daha son ütücüye devrettim.
Kalın selametle...

P.S: Yazar; sözünü noktaladığı an itibariyle laptop kapağını bir hışım kapatarak; hafta sonu uykusu amaçlı inzivaya çekilmiştir...

19 Haziran 2014 Perşembe

Ben Geldim Bumerang!

Merhaba

Blog hakkında paylaşmak istediğim bir post'la daha karşınızdayım; yeni bir maceraya atılmış bulunmaktayım. 

Neyse; yeni maceramın adı Hürriyet Bumerang.Aslında geç kaldığım ya da ertelemeyi tercih ettiğim bir macera mı o konuda yorum yapma lüksünü vermiyorum kendime.Gel gelelim; bugün bu maceraya tam anlamıyla atılmış bulunmaktayım.

Bumerang üyeliği için başvuru yaptım ve şükürler olsun ki Platin olarak en babasından kabul gördüm:) Yaşasın kötülük! İlk yazım da yayına girdi.

Artık blogla paralel olarak Bumerang'da BEN DE VARIM! Yazılarıma Yazarkafe'de de yer vermeyi düşünüyorum.

Umarım blogumun sesini daha çok duyurma imkanı ederim.Tüm amacım da bu zaten...

BANA ŞANS DİLEYİN!
AY HADİ İNŞALLAH...

Yelken

Kulağımda bir melodi; beni neşeye boğan...Tarifinin pek de mümkü  olmadığı bir huzur verdi gün ortasında bana bu eski; ama aslına bakarsanız hiç eskimediğine canı gönülden inandığım şarkı...

Bir seni sevdim inan 
Gerisi masal gerisi yalan 
Çok özledim daha duramam 
Sebebini sorma of aman aman 
Gel de kaçıp gidelim 
Usandım bu halimden 
Yelken açıp gidelim 
Görünmeden gece sahilden 
Kıpır kıpır oldu içim 
Sana dokunup seni öpmek için 
Bir anda geçse zaman 
Sebebini sorma of aman aman 
                                    (İzel - Yelken)

Ben size boşuna demedim 90'ların tadı bir başka diye; 
Yazarın kendini beğenmiş, bayan çok bilmiş şükela notu :

Sevgilerimle 90'lar...

18 Haziran 2014 Çarşamba

Bunları Düşünüyorum Sık Sık

Doğrusunu söylemek gerekirse hiç keyfim yok şu sıralar..Aslında böyle hissettiğimde blogla pek içli dışlı olmaktan hoşlanmıyorum.Hoşnutsuzum kendimden, yazdıklarımı bile beğenmiyorum artık.Can burundayken mizahiyet çabalarına girişiyor, iç dünyamı yansıtmayan güncel konulardan, havadan sudan dem vuruyorum.Aslına bakarsanız; buruşturup çöpe dahi atmaya üşeneceğim bir yazıyı çoktan yayınlamış oluyorum.

Üzerime yapışan, söküp atamadığım rahatsızlıklarımla uğraşıyorum.Bahardan mıdır bilmiyorum,ellerimde küçük renksiz kabarcıklar var; ne idüğü belirsiz...Gözlerim son 15 gündür bir kızarıyor,bir düzeliyor.Süregelen yorgunluk ve uykusuzluğumdan bahsetmemek işten bile değil.Doktora gitmiyorum çünkü birkaç saniyeliğine suratıma bön bön bakıp elime bir reçete tutuşturduğunu düşünmek bile benim için yeterince katlanılmaz.Olur olmaz şeylerden şikayetçiyim.Bir fotograf makinemin olmayışı mesela...Şöyle bin liralık bir şey bile fotografçılığa başlayabilmek için yeterli aslında.Yine de erteliyorum.Önceliklerimin sırasında ilerliyorum; bir gün güzel bir fotograf makinesine de sıra gelecek elbet diyerek bir kez daha ertelemek suretiyle tabi.Ha bir de; iş yerinde her gün hemde her gün telefonda insanlara laf anlatmaktan sıkıldım; tahsilat da böyle bir şey işte.

Beklemek beni iyiden iyiye usandırıyor artık.Otobüsü, yemeğin pişmesini, hafta sonu tatilini, evliliği, saçlarımın uzamasını ve daha nicelerini beklerken; sabırsızlıkla yaptığım tek şey nişanlımdan gelecek bir telefonu ve askerliğinin biteceği günü "beklemek"...Beklerken beklemekten daha can sıkıcı bir durum yok; vaka vakti zamanında söylediğim gibi; sayılı gün çabuk geçmiyor...

Günler birbirini tekrar ediyor ve ben birçoğunuz gibi günün 16 saati yapmak istemediğim şeyleri yapıyorum ki; geri kalan 8 saat günlük uyku sürem.

Bu arada varlıklar yokluklara dönüşebiliyormuş öğrendim.Hayatımın en güzel 3 yazını onunla geçirdikten sonra; en berbat yazını geçirmeye başladım.Varlığı mutluluk olmuşken, yokluğu hüzün oluyormuş meğer.Hep bir hüzün...Ama hayatımın en güzel de 3 kışı var; sonbaharda askerlik bittiğinde bir yenisi daha bizi bekliyor olacak...

Bunları düşünüyorum sıksık...

17 Haziran 2014 Salı

Ya Düğünümde Yangın Çıkarsa?

Şimdi durdum bir düşündüm de; hani şimdi eğri oturalım doğru konuşalım...Genel anlamda "şanssız" sıfatına laik miyim derseniz; evetle kalmayıp üstüme biçilmiş kaftan derim..

Bugün Milliyet'te gülümseten bir haber okudum.Daha önce blogumda bir haber yazısına yer vermemiştim. Haberin özeti : Kır düğünü konseptinde nikah masasına oturan çift yakınlarda çıkan orman yangını karşısında şoke oldular.

Gerçekten akla hayale gelmez vallahi.Hani ne bileyim; bir düğünde görümce havuza düşebilir, en kısa boylu dişi kişilik ayakkabısının topuğunu kırabilir, şişenin dibini bulanlardan bir grup haka huka dansı yapabilir hatta gelin çiçeğini bir uzaylı yakalayabilir belki..Ama orman yangını da neyin nesi...

İşin ilginci de düğünde çekilen fotograflar...Gökyüzünü siyah bulutlar kaplıyor ve inanılmaz bir görsel şölen yaratıyor dış çekim için.

Bardağın dolu tarafı çok güzel kareler elde etmeye vesile olmuş olsa da benim gözüm korktu vallahi.
Şimdi işin yoksa ya düğünümde yangın çıkarsa diye düşün dur;)



Aslında...

İşten kaytarmak istiyorum şu sıralar; ne var şu üniversiteyi bitirdiğim sene sevgili nişanlıcığım ile koca bir yazı aylak aylak geçirdiğimiz günlere geri dönebilsem...Gündüz havuzlara gitmeler, akşamları güzel bir yemek, birası cipsi ıvırı zıvırı..El ele kol kola geçen zaman yani cennetin dibi arkadaş!

Geceleri geç yatmalar, öğlen uyanıp, giyinip süslenip kendini sokaklara atmalar falanlaaar filanlar.Yok bugün cümleler kısa! Yazılarımda cümleler kısaysa bunun 3 anlamı vardır bilen bilir; 
1-Ya acelem vardır.
2-Ya canım sıkkındır.
3-Ya da canım sıkkındır.
P.S: 2 ve 3. madde aynı ; farkındayız herhalde.

Aslında; aslında'sı bu işte; işten kaytarmak istiyorum.Birkaç gün boş beleş evde oturmak mesela..Hatta kendime fresh meyve kokteylleri hazırlamak.

Neyse sanırım şimdi öğle arasında adana dürümümü yeme zamanı. 

16 Haziran 2014 Pazartesi

Son Uyarı; Yoksa Fıstık Benim Olacak Vurucam Kırbacı Vurucam Kırbacı!

Hadi sen ben o sıcaktan bunaldık diyelim; peki diğerleri?

Su sadece bizler değil tüm canlılar için hayat demek...Ay dilimde tüy bitti; nolur be cancağızım:( Bir kap yemek bir kap su!

Nerede evlerinizin, dükkanlarınızın önünde duran su kapları? Görmedikçe üzülüyor, üzüldükçe de yazıyorum işte böyle, tutamıyorum ki içimde.En güçlü sesim vicdanımın, merhametimin sesi çünkü.Unutulmuşlardan olmasın sokaktaki canlarımız; zira "Fıstık benim olacak, vurucam kırbacı vurucam kırbacı!" zihniyeti gütmek kadar suçtur ihmalkarlık, vurdumduymazlık...Çünkü sokaktaki canlar aslında bizim vicdanımızdır.

Kapınızın önüne koyacağınız sadece ama sadece bir kap su sizlere mutluluk, onlara "hayat" verir.

ONLARIN DA SU VERENLERİ ÇOK OLSUN!

14 Haziran 2014 Cumartesi

Mehmet Aydın Bıttım Sabunu Tecrübem

Başım dertte!

Ama öyle mecazi anlamda falan da değil; gerçek anlamda "başım dertte".

İnternette saç bakım ürünleri adı altında ufak bir araştırma sonucunda karşınıza ilk etapta; Head&Shoulders; akabinde de yüzde yüz doğal olmasının yanı sıra; saçlar için de kökünden ucuna kadar aklınıza gelip gelebilecek her türlü derde deva olduğu vaad edilen hatta ve hatta sivilce,sebum oluşumuna neden olan faktörleri ortadan kaldırdığı iddia edilen bir sabun olan "bıttım sabunu" karşınıza çıkıyor.

Şimdi gelelim saçımın nasıl böyle evrim geçirdiğine!

Elidor'un kalitesinin iyice yerin dibine battığını gözlemledikten sonra; ben de saçımı ne ile yıkamam gerektiğine dair araştırmacı gazeteci kişiliğimi devreye soktum ve bıttım sabununu keşfettim derken; kendime markası Mehmet Aydın Bıttım Sabunu edindim.
Neyse TıkTık; ben bunu aldım bir güzel kullandım; ilk kullanımımdan sonra adı üstünde "sabun" olduğunu düşünerek daha banyodan çıkar çıkmaz saçımı KAZIK gibi etmesine aldırış etmeden;ertesi gün pazartesi sendromumla birlikte işe gittim.Bilgisayar başında çalıştığımdan; sürekli saçımla oynayanlardanım.Allah'tan ki öyleymişim; bir de ne farkettim dersiniz? Saçlarımın dipleri tutam tutam birbirine yapışmış; sanki on gün yıkanmamış edasıyla başımda bir ağırlık olmuşken; saç uçlarımsa kuruluktan tiftik tiftik krepe yapılmış gibi...

Peki akıllandım mı; asla...Tekrar internetten bir araştırmaya koyuldum ve ilk kullanımların bu tarz sorunlar doğurabileceği, düzenli kullanımınsa cenneti vaad ettiği zırvalıklarına bir güzel inandım.Safım ben ya saf. HATTA O KADAR SAFIM Kİ; %100 DOĞAL BITTIM SABUNUNDAN DAHA SAFIM!

Sonuç olarak; bugünlere kadar geldik sevgili dostlarım.Bugün; 14.06.2014 günü tarih sayfalarına saçlarımın bu haliyle geçmiştir! Elveda bıttım sabunu...Yaşasın şampuanlar, saç kremleri, saç tonikleri, bakım maskeleri, serumlar!

P.S: Yiğidi öldürdükten sonra hakkını verme zamanına gelince; sivilce ve sebum oluşumunu engellediğine, hatta ve hatta cildi bebek yaptığına inancım sonsuz..Denendi onaylandı, kullanmaya devam...
Yazının tamamını okumaya üşenen tembeller için; yazarın sizler için beyan ettiği şükela özeti;

Bıttım sabunun saç için değil, yüz içindir...

Sevgilerimle...

13 Haziran 2014 Cuma

HAYIR!

Dün gece yarısı; geç saatlerde, hayatım boyunca gözlerimin önünden silinmeyecek anlar yaşadım.En değer verdiğim arkadaşlarımdan Şişkom'un, erkek kardeşi tarafından dövüldükten sonra, ağzı gözü mor bir şekilde can havliyle kendini sokağa atıp, bize gelmesi ve dahası ve sonrası...

Biraz olsun kendimi ve düşüncelerimi toparlamaya ihtiyacım var şimdi ama bir insan olarak elimden geldiğince "insan olmanın aynı zamanda merhamet öğretisi" olabileceğini ifade etmeliydim, etmeliyim ve içimdeki zehri akıtmalıyım.
Kafam bu kadar dalgın; içim bu kadar dar; vicdanım bir o kadar avaz avaz iken; sahip olduğum "insan olma yetisi" nin gölgesinde öküz oturmuşken; söylemeden duramadım sizlere...

KADINA ŞİDDETE HAYIR!

12 Haziran 2014 Perşembe

Asker Günlükleri Ders 1: Özlemek; kalbin, ihtiyaç duyduğuna dair yoksunluğunu gidermesi için insana hissettirdiğidir...

Sözdü, nişandı derken kafanızı ardı arkası kesilmeyen "tatlı telaşlar" başlıkları altında ütülediğim zamanları inkar edecek değilim asla.Şimdilerde ise"başa gelenin çekildiği" bir dönem olan asker nişanlısı olmaktan bahsetmek istedim.Daha önce hayatımın hiçbir döneminde bu kadar zorlanmadığımı kendime itiraf ederek başladım önce kabullenmeye..

Bu kabullenme hissine aşina olamıyor insan ki bu da farkındalık sağlayamadığınız en acı gerçekten ibaret.
İlk aşamada "Nasıl yani, şimdi istediğimde ulaşamayacak mıyım, arayamayacak mıyım, göremeyecek miyim?" lere mevzu bahis olan bir çok soru işareti oluyor kafanızda, nitekim zaman geçtikçe anlıyorsunuz ki bunların topyekun cevabı "işlerin sivil hayattaki gibi yürümediği" oluveriyor..

BEN ÖZLEMEDİM Kİ SENİ; KEDİ ÖZLEDİ..

Bir muammanın içine düşüyorsunuz onunla birlikte, akabinde sizin de hayatınız altüst oluveriyor, yalan değil.Hafta sonu dışarıya çıkmak istememenin yanı sıra işten eve - evden işe ikilisi cazipleşiyor elinizde olmadan..Zaten haftasonlarını ve iş çıkışlarını her zaman hemde her zaman onunla değerlendirdiğinizi farkediyorsunuz.Ha bir de O'ndan başka çok az arkadaşınız olduğunu...Onlarla da dışarı çıkmak yerine; evde ayıcıklı pijamalarla oturup, abur cubur eşliğinde dedikodu yapmayı yeğliyorsunuz.
Bunların yanı sıra; bu yazı içinde bulunduğum durumla doğru orantılı olarak birinci tekil şahıs seslendirmesiyle devam ederse; özlem içerikli her şey ilgi alanıma girmeye başladı.Özlemi anlatan şarkılar,kitaplar,bloglar:) 

Bir göz kalemi, bir rujdan ibaret geziyorum ortalıklarda.Öyle aman ojemin köşesi bozulmuş eyvahlar olsun diyip; 20 parmak baştan sürme devri kapanmıştır arkadaşlar! P.S: En azından askerimiz dönesiye kadar;) Saçımın dibi gelmiş olabilir ya da ojemin köşesi bozulmuş; akabine "Aman boşver!" serzenişiyle birlikte; "Batsın bu dünya" havaları :))

Benim zırvalamalarım bir köşede duradursun, uzun lafın kısası en az sevmek kadar güzel sevilmek.

Günde 2-3 kere telefonla konuşabiliyoruz.Yemin töreninden sonra 2 gece 3 gün beraber geçirdik.Kavuştuğumuz anın sevinciyle, onu birliğinin kapısına uğurlarken yaşadığım hüznü eş tutuyorum.İnanın biri birinden ağır basmıyor, nasıl bir sevinç kelimelerle ifade edilemeyen ve ona eş bir hüzün...Şimdilerde telefonunu genelde gece saatlerinde biraz olsun kullanabiliyor.Ufacık zamanları dolu dolu değerlendirmeye çalışıyoruz işte.

P.S: Blog sayfama askerlik için bir sayaç ekledim.Tahmin edebileceğiniz üzere; geri sayım söz konusu:) Tamamen kendi şahsım için itinayla hazırlanmıştır :)))

Demek ki ne imiş; yazının özeti başlığıymış.

Özlemek; kalbin, ihtiyaç duyduğuna dair yoksunluğunu gidermesi için insana hissettirdiği imiş...

10 Haziran 2014 Salı

Kendime sorular


1) En çok sevdiğin yönün nedir? 
Hayata bakış açım.
Sanırım herşeyden ama herşeyden mutlu olabilirim.Aslında canım burnumdayken; deniz kenarında bir çay içmek mesela...

2) Sen hiç yağmur altında ağladın mı?
Yağmur altında ağlamayan ölsün :)
Öğrencilik zamanlarıma denk gelmişti benim aslında.Üniversite yıllarımdayken yani... (Bak sen şu konuşana; beni gören de üniversite biteli yıllar olmuş sanır:)
O zamanlar hem okula gidiyorum; hem de tatil günlerini çalışarak değerlendiriyorum.Bir ajansa bağlı stand görevlisi olarak çalışıyorum.Gelen işe göre; kimi zaman kozmetik reyonunda bir supervisor edasıyla; kimi zaman da yılbaşında çerez satarak:)
Ajans işi yapmış olanlar bilir; tek tip kıyafet uygulaması olur ve kıyafetleri ajans sağlar..
Bir gün yine bir stand işindeyken babetlerim ayağıma vurmuştu.Nasıl bir can yakısı, nasıl bir acı...Allahım yarabbim; bütün gün ayakta zor durdum.Paydos saati geldiğinde an beklemedim; can havliyle çıktım ordan; hava da yağmurlu.
Şemsiyem vardı;açmadım.Yağmurun altında ağlaya ağlaya yürüdüm.
Zannederim ki o gün; bunu yapmak bir nevi günün stresini atma yöntemi olmuştu benim için.

3) Diyelim ki sana üçü dilek hakkı tanındı. Ama sadece insanları değiştirebileceksin. Neleri, kimleri ya da hangi özellikleri değiştirirdin? 
Bilenleriniz bilir; ilk ailemin sağlığını değiştirirdim herhalde.Tek bacaklı korsan dedeme bir bacak mesela:) Ya da anneme biraz akıl fikir :)
Babamı zengin ederdim:) E zenginlik de bir sıfat sonuçta:) Sonrası "babam sağolsun" mantalitesi vesselam..:)
Bir de herkesin bana toplu ulaşım araçlarında yer vermesini isterdim, ayakta gitmekten nefret ediyorum zira...

4) Sen hiç yaz yağmurunda denize girdin mi? 
Hayır; yalnız Mayıs ayında nişanlımla havanın pek de hoş olmamasına rağmen; denize girmiştik.

5) Yaşadığın en gülünç durum nedir?
Ortaokuldayken; Fethiye'de havuz başında bir düğüne katılmıştık.Gelinle damat salona giriş yaparken, ortam hareketlenince 2-3 yaşlarında bir bebek denize düştü, kalabalıkta ilk farkeden ben olduğumdan havuza atlayan da "gecenin kahramanı" olan da bendeniz olmuştum.Ne kadar gecenin kahramanı olduğumu düşünsem de; uzaktan "gecenin soytarısı" imajı çizdiğim kesin:)

6) Kendine ünlüler dünyasından bir eş ya da sevgili seçseydin kimi seçerdin?
Kimseyi.

7) Hayatın bir film olsa hangi aktör ya da artist oynasın isterdin?

Tabi ki Marilyn Monroe
Başka sorusu olan???


8) Sen hiç halka açık bir alanda kimsenin ne düşündüğünü umursamadan ağladın mı?
Nişanlımı; her iş seyahatine uğurladığımda...O yüzden çok ağladım öyle sokaklarda :) Tabi bir de askere uğurladığımda..

9) Süperman mi Batman mı?
Sevmem onları ben; en karizmatik REDKIT !

10) Çocukken hepimiz bir nesneyi ya da bir olayı başka bir şey zannederdik. Senin böyle ilginç düşüncelerin var mıydı?
Gece yatağıma girerken; terliklerimi ters çevirip koyardım ki gece altı pislenmesin diye:) Beyin bedava...

11) Hayatın anlamı nedir?
Nişanlım. Bir de gelecekteki bebeğimiz...

Blogger anneler fenomen çocuklar; anne bloggerlar teşhirci mi? Neden kendime anne blogger diyorum?

Bir evin bir kızıyım. Annem ben henüz 1 yaşındayken geçirdiği yüz felci sonrasında hastalanıyor ve ömrünün sonuna kadar yardıma ihtiyaç duya...