28 Şubat 2014 Cuma

Mutlu Sonun Başlangıcı ve Cuma Psikolojisi


Sonunda nişan tarihi konusunda netleşmeler başladı.Yarın da salonu tutsam da bir rahata ersem ve üşenmeden bloguma hemen bir ballandırsam bunun detaylarını:)
İnsanlar 1 yıl önceden salon tutuyor ya var mı böyle bir şey? Var vallahi...
E sen de yumurtanın evrimleşmesini beklerken stres içinde stres yaşıyorsun doğal olarak...Bu yüzden; nişan hazırlıklarındaki bu ilk adımımı sanki mutlu sonun başlangıcı olarak nitelendiriyorum :)

Haftanın yorgunluğunu atmak hevesleriyle paydos ettim bu gün, bu hafta yıl gibi geldi bana. Sanırım karakteristik özelliklerime işlemiş olan kuruntulu zihnimin getirisiyle de 30'uma varmadan yaşlanırım:)
Kaldı mı geriye son 7 senem..Hadi hayırlısı :)

Sevgi, aşk, merhamet ve mutlulukla kalın..Koskocaman bir gülen surat olun, uzatmadan siz en iyisi mi HOŞÇAKALIN...


27 Şubat 2014 Perşembe

ÖYLE BİR ŞEY YAZMALIYIM Kİ...Blogum Üzerine: Karman-Çorman; Saçma-sapan Karalamalar...Nedir benim akıbetim?

Öylesine bir şey yazmalıyım ki benim için yazmak değil, ortaya çıkan bir yazı değil,senin için ise okumak
değil..Öylesine bir şey olsun işte, bir anlamı olmasın mesela, bir alt mesajı olmasın, kendim çalayım kendim oynayayım bugün..Bir girişi,gelişmesi ve sonucu olmasın bu kez, tüm "bilmiş abla"lığımla hiç çekinmeden uydurduğum bir edebiyat türüne öncülük edeyim fütursuzca...

Bir paragrafta bin konu olsun, sonucu da bir yere varmasın istedim.Ucu açık kalsın kelimelerin ve okunurken nereye çekersen oraya gitsin.
Hafızaların, düşüncelerin, kuruntuların, ideallerin karmaşası kadar göreceli olmaktan geri kalmasın...

Her gün be gün yeni bir yazı paylaşmak konusundaki tutarlılığım dur durak bilmeksizin devam ediyor; ki bugün düşündüm...Nedir benim akıbetim?
Blog yazmak için başlamadım aslında yazmaya, yazma şevkimi geri kazanabilmek için bir blog açtım kendime, aslında Temmuz 2013'ten beri aktif durumda fakat kendim pek aktif olamamışım; ta ki şu sıralara kadar...Zannedersem yazma şevki denilen şeyin geri gelmesi epeyce zaman alıyormuş :)

Şu sıralarsa yazma isteğinin tavan yaptığı yere tahtımı oturtmuş durumdayım, lakin divan edebiyatı yapmaya da pek niyetim yok! Yani bildiğimi okurum ben,öyle de olmalı.Bir cümlenin ifade ettiği benim anlatmaya çalıştığımdan çok senin ona yüklediğin anlamdır her zaman. Dolayısıyla sen nası istersen o yöne gitmeli yazdıklarım; bir sorunun, bir olayın, ya da ilerleyen bir paragrafın en önemli yanı istediğin yere çektiğinde gelebilecek olabilme kapasitesi, daha da net betimlemek gerekir ise adeta tablolaştırılabilitesidir. Yazdıklarımı okurken; ne kadar tablolaştırılabilirsen o kadar başarmışım derim kendime.


25 Şubat 2014 Salı

BaLık Hafızamdaki UÇ UÇ Böceğim!


En sevdiğim çocuk şarkısıydı; evvel zaman içinde kalbur saman içindeki çocukluk dönemimin en güzel hatıralardan biri; hala hiç değişmeyen balık hafızama yakışır; kısa, net ve içten..Hayatımın o dönemindeki en içten nakaratım, küçük bir kız çocuğu olduğum zamanlar bıkmadan üşenmeden söylediğim şarkı...Bugün nereden esti de parmağımın ucuna kondu bu melodi bilinmez...
Uzun zaman sonra nedensiz yere mırıldandım...

Küçük aklımızla bin dereden su getirip, uğur böceği yakalar, daha sonra inanılmaz bir inanç derecesiyle dilek tutar ve bu nakaratı mırıldanarak adeta bir nevi totem yaparmışcasına hemen uçarsa dileğin gerçekleşeceğine canı gönülden inanırdık, en azından ben inanırdım...Böylelikle bizler,onların da kanatlarına taşıyabileceğinden fazla yük yüklemiş olduk...

Siyah benekli kırmızı kanatlar; ''evvel zaman içinde kalbur saman içinde'nin'' en güzel fakat en silik anısı olarak kalır zamanla hafızalarda; bir de hiç değişmeyen balık hafızama yakışır melodisi : '' Uç, Uç böceğim! Yarın düğün olacak,annem sana terlik pabuç alacak..''

23 Şubat 2014 Pazar

FiLm Kuşağı Part 1 : MALEFİQUE


Korku filmleri kategorisinde bu tarz filmler pek yer almıyor açıkçası, biz izleyenler de; başrol oyuncusunun; taşındığı evin eski sahiplerinin ruhları tarafından rahatsız edilmesinden başka konuyu pek göremiyoruz dolaylı olarak.Buradan ele alırsak; sıradışılık anlamında her ne kadar başarılı olursa olsun illumunati göndermeleri son derece rahatsız ediciydi.

Film 2002 yapımı ve tamamen KARABÜYÜ olgusunun İLLUMUNATİ'ye dem vurmasının Fransız bir konsepti.

BaşLangıç : Aynı hücreyi paylaşan dört mahkumdan biri olan Carrère bir gün hücre duvarında bir günlük bulur. Bu günlük bir asır kadar önce bu hücrede kalmış Danvers’a aittir. İşin ilginç tarafıysa, günlükte kara büyü hakkında detaylı bilgiler yer alıyor olmasıdır. ' diye okuduk ve izledik..

İllumunati hakkında; herhangi bir bir fikri-zikri dahi olmayan herkes az çok ''Ya bu kadar sembol de neyin nesi?'' düşüncesine kapılmak bir tarafa, düşünceler denizine paldır küldür yuvarlanabilir.

Bunların yanısıra filmde psikolojik bir gerilim de hakim.İçimizdeki insanlığa karşı savaş açmış senarist. İster istemez kendinizi huzursuz hissediyorsunuz, birkaç sahnede de hafızaya kazınacak başarılı karakteristik gerilim vardı ki tekrar insan olmayı ve insan psikolojisini sorguluyorsunuz.

Filmin finalinde biraz ters köşe yapmaya çalışırlarken azıcık ucundan saçmalamakla birlikte, ''-to be continued'' izlenimi yaratmaya da çalışmışlar amma velakin yıl olmuş 2014 hala filmin devamı gelmemiş.

Şahsi fikrim olarak, illumunati simgelerinden son derece rahatsızlık duymuş ve gereksiz göndermeler olarak nitelendirmiş olsam da film genel hatlarıyla ''farklı'' ve kayda değer olduğundan netice itibariyle kesinlikle zaman kaybı değil...

22 Şubat 2014 Cumartesi

CAN SIKINTISI


Aslında çoğu zaman kendinizden dahi gizlediğiniz, düşünmemeye çalıştığınız, bir şekilde hallolur gider edasıyla yaklaştığınız herhangi bir kuruntu yada sorunun; bir anda dört bir taraftan paradoks gelişmeler sürecine dahil olması durumunda tekrar gündeme gelmesiyle yaşanabilecek gelip geçici ve bunun kadar uzun bir tanım cümlesine sahip olabilecek en nadir şey; CAN SIKINTISI'dır..

Nitekim ''CaN Sıkıntısı'' hakkında hayatınıza katabileceğiniz, en pozitif enerji; bir bilirkişi tespiti ile;  sıkı can iyidir çabuk çıkmaz'dan ibaret olacaktır.

Can sıkıntısının en kötü yanı da anlamsız olmasıdır ve bu da bir o kadar rahatsız edicidir. Albert Camus Amcamıza göre ne de olsa ''Kendine bir anlam arayan tek varlık insandır.'' Kendimize aradığımız anlam, zamanla zihnimize bir mutluluk tablosu çizmeye ve tablonun tüm ögelerini,gerekliliklerini tamamlamak için gereken her türlü çabayı göstermek kaydı şartıyla , zamanla evli mutlu çocuklu üçleminde bir hedefe doğru koşmanın ilk adımını oluşturur aynı zamanda..

Uzun felsefi cümlelerimin içinden sıyrılarak biraz biraz kendi ruh halimi düşündüm de şimdi, birazcık ''Can Sıkıntısı''..

Basiretim bağlandı, göze nazara geldim vallahi..Ama ben bugün o işi de hallettim, vallahi de billahi de kurşun döktürücem, bitecek gidecek..:) İşe yarar mı tartışılır bilemem ama ben an itibariyle; evrene bu yöntemle pozitif enerjimi göndermeye dair karar vermiş durumdayım:)) Hala ve hala nişan tarihinin belirlenmesi konusunda bir gelişme yaşanmadı.Nişan tarihimin; başta söylediğim can sıkıntısı tanımından payını alarak; 'bir anda dört bir taraftan paradoks gelişmeler sürecine'' dahil olmasıyla, ben de bu yazıya anlam katan anlamsız can sıkıntım ile; ''Sıkı can iyidir, çabuk çıkmaz!'' diyorum kendime.

Kafanıza tokadan başka bir şey takmayın. Hoşça Kalın...

21 Şubat 2014 Cuma

SÖZLÜLÜK DÖNEMİ: Peki Şimdi BeNi NeLeR BekLiyoR?

TatLı BiR TeLaş, SözLeNmek'te anlattıklarının devamı gelmemiş dediler, efendime söyleyeyim ben de ''bir söz'den sonra neler oldu'' turu hazırladım.Ne oldu ne bitti kısmından çok, yazacaklarım kafamda bir altın kurallar zincirine dönüşmeye başladı yavaştan. Buyurun buradan;

24.08.2013 tarihli söz telaşı yerini sözlülük dönemine bırakıyor.Bu sırada aileler iyice kaynaşıyor,sözlünüzle ilişkinizi pekiştirmesi  ve daha da bir ciddileştirmesinin yanısıra bir de ''aileler'' faktörü giriyor işin içine..Tabir-i caizse; o kısım tamamen şans işi bence.Sözlendiğiniz andan itibaren; birkaç aşamalı ruh halleri geçirerek kendi altın kurallar zincirinizi oluşturmaya başlıyorsunuz.Benim ruh hallerime gelince;

ALTIN KURAL 1: İŞİNİZİN TAMAMEN ŞANSA KALDIĞI

Benim şansım yaver gitti, hoş gerçi şüphem de yoktu.Çünkü birini seviyor olmanızın en önemli nedeni zaten onu ''O kişi'' yapan herşeydir ve onun ''O kişi'' olmasında en büyük rol ailesinindir. İster istemez anne ve babanın imzasını taşır bir çocuk, ben hep buna inanırım.Sonuç olarak; sevdiğiniz kişi de böyledir, anne baba imzalıdır, aksi mevcut ise bir şanssızlıklar silsilesinin içine doğru sürükleniyor olmanız an meselesidir zaten...

ALTIN KURAL 2: OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN, GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL!

Diyelim ki sonunda sen de el içine karıştın..Yapmacık olma! Bırak seni olduğun gibi görsünler..Neyin eksik canım..Şu hayatta en zor durumda olan erkek, iki kadının arasında kalan erkektir, dahası da yok..Hele bu iki kadından biri eş, diğeri de anneyse :) Sözlendim dediğin an ilk soru genelde şu olur: Kaynanan nasıl?
Geçsinler bu eski kafalığı, hangi devirde yaşıyoruz canım, tabi ki de iyi olacak.(Yeri gelmişken; kocaaamaaan bir öpücük;  Müş anneme ''nam-ı değer kayınvalidem'e )Madem el içine karıştın; en basit formülü söyledim zaten, olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol! Arkası çorap söküğü...

ALTIN KURAL 3: YAŞLILIK PSİKOLOJİSİNİ KABULLEN!

Yaşın her ne olursa olsun; bir uhuvvet çöküyor üzerine ve bir bayan olarak ''KART''laştım korkusu damarlarında dolaşmaya başlıyor.Benim yüreğime öküz oturmuştu ilk zamanlar desem yeridir, hoş kimseye belli dahi etmedim ama içten içe o psikolojiye bürünüyor insan.Aynadaki toy kız bir anda bir bayan oluyor nası oluyorsa.Bir günde yaşlanıyorsun canım, bir günde.O yüzden biran evvel yaşlılık psikolojisini kabullen, hayatının bu bölümünde çok da takılıp kalmanın alemi yok, sonuçta ekmek bile bayatlıyor dimi ama :)))

ALTIN KURAL 4: NİŞANA, DÜĞÜNE ÇOK KAFA YORMA!

Aslında bu kısım hayatın geneli için de geçerli.Sen sen ol; hayatta hiçbir şeye çok kafa yorma.Düşün düşün, YOK'tur işin derler malum:) İsteme, söz kısmı her türlü atlatılır atlatılmasına ama, bu sefer de insanın içinde bir nişan telaşı başlıyor.Yok tarih belirle, yok hangi salonu tutmalıyım, ne giymeli ne takmalı nasıl makyaj yaptırmalıyım, kimleri çağıralım vesaire uzun bir ''Kafamda DeLi SoRuLaR Listesi'' oluşturmuş olacaksın benim gibi, gerek yok su akacak yolunu bulacak.Baktın önüne geçemiyorsun, kafanı dağıt canım sende ne bileyim film izle zaman öldür, çikolata ye mutlu ol bu kadar basit.

Sevgiyle KaL...



Blog tavsiyesi

!

  • MAHVOLDUM, Ne imiş efendim; iyi bir blogger olmak için aynı zamanda sosyal bir blog olmak, ilgi çekici temalar, oradan buradan fırlayan widgetlar-gadgetler efendime söyleyeyim ıvır zıvırlar kullanmak gerekiyormuş-muş..Bunlarla da kalmayıp bu ıvır zıvırları kendi facebook,twitter,google + hesaplarıyla ilişkilendirecekmişsin birde ...

Gelelim konuya; bazı blog önerilerini araştırdım biraz;
kimileri yararlı içerikler sunarken, kimileri de lafı fenomen blogları eleştirmek dahi işe yarıyor'lara kadar getirerek saçmalamış gitmiş...

Mahvoldum,maf... Ben anlamam arkadaşım; sosyal blog olmaktan, facebook hesabı dahi olmayan blogumun ne kadar sosyal olabildiği tartışılacak bir dem olsa da; ben de blog'umun saçmasapan html'leri,kodları,widgeti,gadgetı artık allah ne verdiyse uğraştım hallettim adeta el içine çıktım sonunda :) İnanılmaz derecede yoruldum, hayatım boyunca hiç bilgisayar ile alakalı bir işte bu kadar çok çaba harcamadım, tahminimce de harcamam artık..Neyse sonunda hallettim zaten Google Amca'da şunu nasıl yaparım,böyle mi yapmam lazım, yaptım bak bakalım olmuş mu'ya varan aramalarınız sonucunda binlerce site; başta ÖzgüN BLog'LaR olmak üzere; gerekli desteği sağlıyor.

Benin tesbitim ve gözlemim; Google Amca'ya dikkat etmek..Ne kadar özgün içerik yer alırsa blog'unuzda Google Amca da o kadar destek veriyor siteye, unutmadan; öyle sağdan soldan çalıntı içerikleri de bir güzel tespit edebilme yeteneğine de sahip kendisi...

Öte yandan en önemlisi blog yazma amacını belirlemek; eğer blogu'nuzu takipçim çok olsun, fenomen bir blogger olayım, hem akayım hem kokayım diye açtıysanız; aynı şekilde silmek imkanınız da var; zaman kaybetmeden siliniz ;) Sonuçta para ile takipçi satılan sanal alemde; çok da kayda değer bir heves olmayacaktır sizinkisi...

Uzun lafın kısası; ÖzgüN İçeRik DiyoRuM arkadaşım; ÖzgüN İçeRik... !!!

18 Şubat 2014 Salı

Dünyanın döndüğünü hatırlatan tat: Kahvedir :)


 Bugün nedense sıcak yatağımdan kalkıp işe gitmek bana ayrı bir zor geldi, aslında şunu da farkettim; genellikle gün içinde yapmak istediğim eğlenceli bir programım yok ve bir delinin pembe defteri aslında o gün; bir delinin ot defteri ise;) böyle yataktan çıkmak dahi istemiyorum..

Sanki yataktan kalkmadım, yataktan bedenimi yerlere sürükledim desem yeridir.Bazen uyandıktan sonra kendimi bir anda büroda buluyorum, sihirli bir değnek alıp beni işe götürmüş gibi.Ne zaman hazırlandım çıktım, metropol trafiğinin kalabalığına bir parça da kendimi ekleyip; otobüse metroya nası bindim ve oturabilmek için nası azimle mücadele ettim o sahneler uykulu halimden olsa gerek; günün en silik kısmı olarak kalıyor hafızamda.Ne yazık ki, bir çoğunuzun da durumunun bu olduğunu düşünerek en azından kendimi yalnız hissetmiyorum.

 İşte bu yüzden, tüm anlattıklarımın getirisi ve götürüsü olarak; kahve bana dünyanın döndüğünü hatırlatan tattır.Ne zaman ki elimde kahvemle masamın başına geçerim; işte o zaman anlarım ki aslında dünya dönmeye devam ediyor.Beni sihirli değneğin iş yerine kadar nasıl götürdüğü, metropol trafiğine bir de benim eklemem dünyanın çok da umurunda sanki.. O kadar büyük ki dünya ; Bir yerde bir bebeğin doğduğu anda, bir yerde de bir insan ölüyor..Ben ise bir bardak kahve ile bugünüme de merhaba diyorum..

15 Şubat 2014 Cumartesi

Bugün ben şahsen 14 Kubat kutlamadığım için şanslıyım.Bugün benim için 14 Şubat...GELECEĞE NOT: Sevgililer Günü 14 Kubat Değil, 14 Şubattır :)


Dediğim gibi;bugün ben şahsen 14 Kubat kutlamadığım için şanslıyım.Bugün benim için 14 Şubat...

Her ne kadar; güne sözlümden duyduğum sıkıntılı havadislerle başlangıç yapmış olsam da, nası başladıysa öyle gitmedi elbet;) Bugün sanırım, bol bol işten kaytardım, patronunuzun sözlünüz olması böyle birşey demek ki; aklınızda bulunsun:)

14 Şubat Cuma: İzmir'de güneş sanki göz kırpıyordu bugün.Güne fazladan birkaç saat uyku ve güzel bir kahve ile başlamak, bu başlangıcın son mesai günümün sabahına denk gelmesi, mesai saatlerinde olabildiğince kaytarmış olmak güne güzel bir Merhaba demenin en net açıklaması herhalde..Böylelikle bugünüme de güzel bir Merhaba diyerek; 14 Şubat'ın başlığına ilk imzayı ben atmıştım.

Bizim tercihimiz, müdavimi olduğumuz bir balık restorandı.İzmirliler bilir, Güzelbahçe-Narlıdere yolu üzerinde muhteşem balıkhalleri var tabi bir de her daim sizi bekleyen taze balıklar...Buranın bir diğer güzel yanı ise; balığınızı kendiniz seçip alıyorsunuz ve seçtiğiniz herhangi bir restorana götürüp gönlünüzce servis edilmesi talebinizi iletiyorsunuz;) Burası O'nunla birlikte keşfettiğimiz ve hep ikimiz gittiğimiz, herhalde bana biraz da şehir dışı gibi gelmesinden dolayı, sanki beraberce bütün şehri,işleri,sıkıntıları esgeçip; balığımız biramız ve deniz manzaramızla beraberce kendi köşemize çekildiğimiz bir liman..Bir kelebek etkisi...

Ve büyük sorunun cevabı üzerine karalamalar: Büyük sorunun cevabı: Kazak :) Benim bu yılki Sevgililer Günü hediyem; tunik modelinde bir triko kazak oldu ki favorimdir.O'nun aldığı herşeyi giymeyi,kullanmayı,izlemeyi ya da her ne ise; apayrı seviyorum...Belki de Aşk'ın bir diğer minik tanımı da bu olabilir, bilemedim şimdi:)

Günün üzücü tarafı üzerine şikayetler: Bugün bir yandan mutlu bir yandan da hüzünlü bir ruh hali içindeydim aslında..Her ne kadar güzel bir gün geçirirseniz geçirin; eğer SON gününüz ise içinizde hep bir burukluk oluyor ve asla çıkarıp atamıyorsunuz. Benim burukluğum; O'nun iş seyahatlerinin getirdiği bir şehir değiştirme ve bana getireceği kısa süreli ayrılık.Son günler her zaman üzücü oldu bizim için, o gün 14 Şubat bile olsa...

GELECEĞE ve SİZLERE NOTLAR: Söz, nişanlı ve sonrasında evli biri olduğunda asla SEVGİLİ olduğunu unutma...Hayatı ve sevgiyi erteleme! O'nunla her gününü sevgililer günü ilan et!

Hayat o kadar yaşamaya değer ki..Hayat o kadar güzel ki...Demiştim ya sanki her şey sanki kelebek etkisi...


14 Şubat 2014 Cuma

Sevgililer Gününüz Kutlu Olsun ;)



Bugun 14 Şubat 2014 Sevgililer Günü sabahı saat 09:58.


Ne mutlu bana ki işe gitmeden önce biraz kaytarma ve Sevgililer Günü için rahat rahat süslenme imkanı bulabildim.Benim gözümde; bu gün sözlümle geçirdiğimiz üçüncü sevgililer günü...Daha önceki sevgililer günlerinde iş hayatının getirdiği şehir farklılıkları nedeniyle birlikte geçirmemiştik bu günü, ama BUGÜN; yine ne mutlu bana ki beraberiz...


Gündüz çalışıp, akşam güzel bir yerde güzel yemekler yenilicek, hediyeler verilicek ki (bu benim her özel günde en sevdiğim kısımdır;) bunu da elbette blog üzerinden Sevgililer Günü'nü nasıl geçirdiğimi sizlerle de paylaşmaya karar verdim.
Bu arada seçtiğim görseldeki, Grumpy Cat gibi; böyle gökten kalplerin yağdığı bir günde sakın ola suratınızı ekşitip şemsiye açmayın.

Sevgiyle kalın...

11 Şubat 2014 Salı

ÇALAKALEM: 14 ŞUBAT SEVGİLİLER GÜNÜ NAMI DEĞER THE VALENTİNE'S DAY HAKKINDA...


Malum 14 Şubat'a geri saydığımız şu günlerde sevgilisi,nişanlısı,eşi olan herkeste tatlı bir telaş olmaya başladı.Zannedersem; sokakları en çok yılbaşında ve sevgililer gününde bu kadar kırmızı görüyoruz :) Aşkın rengi..Kırmızı..Sokaklar gelin gibi süslenmeye başlar yakında, çiçekçiler,çikolatacılar, her nevi mağazalar gelin gibi süslenmenin yanı sıra birde bu tatlı telaşlara ortak olacaklar.

Kimileri yalnız, kimileri sevdiğiyle, kimisi eski bir aşkı yad ederek, kimisi sevdiğini bir asker ocağından,belki bir gurbetten bekleyerek geçirecek bu günü...Her gün gibi,her an gibi,geçip gidecek bu günde..Kimileri iş yerine gelen güzel bir buket çiçekle merhaba diyecek güne, kimileri patronunun selamsız sabahsız suratına ''Merhaba'' demek zorunda kalarak, ama dedim ya her gün gibi geçecek bu günde...Diliyorum ki; bu yazıyı okumakta olan herkes için güzel bir 14 Şubat olur.


Peki nedir bu 14 Şubat, ya da neden 15 Şubat değil de 14 Şubat?


Biraz araştırdım bugün; aslında ingilizcesi The Valentine's Day (Valentine Günü) olan Sevgililer Günü'nün tarihçesi pek de bir eskiye dayanıyormuş.

Hikayeye gelince ; Zalim Roma İmparatoru,İmparator 2. Claudius, Roma’yı kendi katı kuralları ile zalimce yönetirdi. En büyük sıkıntısı, ordusunda savaşacak asker bulamamaktı. Bu durumun tek nedeni aşktı. Romalı erkekler aşklarını, eşlerini bırakmak istemiyordu. Bu yüzden Claudius, Roma’da tüm nişân ve evlilikleri yasakladı.
Aziz Valentine, Claudius zamanında Roma’da yaşayan bir papazdı. Papaz arkadaşı Aziz Marius ile birlikte, Claudius’un yasağına karşın, çiftleri gizlice evlendirmeyi sürdürdü. İmparator bu durumu öğrendi ve Aziz Valentine tutuklandı.Cezası, sopa ile dövülerek öldürülmek oldu. MS 270’in 14 Şubat günü, Hıristiyan şehitliğine gömüldü. Bu olaydan 226 yıl sonra, 496’da Papa Gelasius, Aziz Valentine’i onurlandırmak için Şubat 14’ü Aziz Valentine Günü olarak belirlemiştir.

Yıllar geçtikçe yavaş yavaş Şubat 14 sevgililerin, aşıkların birbirlerine aşk mesajları yolladığı, hediyeler aldığı bir gün haline geldi. Aziz Valentine de bütün sevenlerin koruyucu azizi haline gelip böyle de anılmaya başlandı.
Sevgililer Günü, 1800’lü yıllardan sonra Amerika ’da Esther Howland’ın ilk Sevgililer Günü kartını yollamasından bu yana günümüzde daha çok sayıda insanın kutladığı toplumsal bir olay haline geldi. Artık dünyada günler öncesinden her yer kırmızı kalpler ile, güller ile donatılmaya başladı.

İşte Sevgililer Günü'nün hikayesi de böyle, ama bence önemli olan bizim ona ne anlam yüklemiş olduğumuz.Benim anlamım; tüm dünyanın eşleriyle birbirlerini ne kadar sevdiğini ifade edebilmek ve hissettirebilmek için; aynı ortak günü belirlemesi..Bunu zaten hep yapıyoruz, ama yılda sadece bir gün; tüm dünya aynı anda yapıyoruz.Bir kez daha sevmenin ve sevilmenin mutluluğunu tüm dünya aynı gün başka şehirlerde başka kıtalarda hepbirlikte yaşıyoruz.


10 Şubat 2014 Pazartesi

SUSMAYIN!!!!!AĞLAMA KEDİCİK...(Kedi katliamını, bir kez daha insanlığımızdan utanarak kınıyoruz!!!) SELAM OLSUN PENCEREMDEKİ GÜVERCİNLERE...

İnsan olmak ellere,ayaklara,gözlere, Allah'ın insana bahsettiği görünüme, akla, zekaya sahip olmaktan ibaret değil, yoksa bazı ibaretliklerimiz böyle İBRETLİK'lere dönüşmezdi..
Bugün derinden sarsıldım, bu gün can evimden vuruldum ve bugün insanlığımdan bir kez daha utandım..Kedi katliamıyla uyandım...
Bir kap yemek, bir kap su..Sokaktaki 'can'larımızı unutmayalım diye bin dereden su getiren biz hayvanseverler bugün gözünü bir insanlık ayıbıyla bir utanç abidesiyle karşı karşıya kalarak açmıştır...Utandım, insanlığımdan ve insan olarak nitelendirdiğim sokaktaki kalabalıkların herhangi birinin, bir canavar bir cani olacağını düşünemediğimden utandım...
Ağlama kedicik...Bilmez misin sen birgün Allah sana da soracak, sen razı mısın ondan diyecek..Olma..
Gücü yetmeyene, acize, dili olup da konuşamayana bugün zulum edenler yarın hesabını Allah katında vereceklerdir...

SUSMAYIN! Sesinizi çıkarın! Zulme boyun eğen bizden değildir..Bu zihniyete kapımızı açık mı bırakacağız? Bugün bu zihniyet bir zavallıcığa bunu yapabilme zalimliğine sahip bir zihniyet ise, yarın öbür gün bu insanın sosyal hayata katılma kabiliyeti ve katılımı ne derece sağlıklı olacaktır...Tepkileriniz için BU LİNKTEN DESTEK OLABİLİRSİNİZ :
SESSİZ KALMAYALIM - İMZA KAMPANYASI - LÜTFEN SAYFAYI İNCELEYİNİZ
Can'ların kıymetini bilin, bir çiçeğin, kuşun, bir sokak köpeğinin ya da belki evdeki kedinizin...Onlar size muhtaçlar ve unutmayın ki onlar Allah'ın sessiz kullarıdır..

Sabahları büromun penceresinin önünde klima kutusunun üstüne bayat ekmekleri ufalayıp üzerine bir bardak su döküyorum, niye bunu söylüyorum bilmiyorum ama yine de , Alsancak'ın işhanları arasında sıkışıp kalmış güvencinlerimin, bizlerin artığı kuru ekmekle ne kadar mutlu olduğunu bir görseniz..Bugün güvercinlerime ekmek atarken düşündüm, ''Ağlama kedicik,selam olsun sana penceremdeki güvercinlerden..''



Blogger anneler fenomen çocuklar; anne bloggerlar teşhirci mi? Neden kendime anne blogger diyorum?

Bir evin bir kızıyım. Annem ben henüz 1 yaşındayken geçirdiği yüz felci sonrasında hastalanıyor ve ömrünün sonuna kadar yardıma ihtiyaç duya...