Öyle birşey ki bu; anlatamam... En azından şimdilik.
Ama biliniz ki;
Kekik, deniz ve nergis kokusu vardır İzmir’in. Öyle ki beni gözlerimi kapatıp İzmir’e getirin, İzmir’de olduğumu anlarım. -Haluk Bilginer
Öyle birşey ki bu; anlatamam... En azından şimdilik.
Ama biliniz ki;
Kekik, deniz ve nergis kokusu vardır İzmir’in. Öyle ki beni gözlerimi kapatıp İzmir’e getirin, İzmir’de olduğumu anlarım. -Haluk Bilginer
Hani o mükemmel, modern, süper, harika anneler var ya; aslında yoklar. Annelik öyle toz pembe değil. Birbirimizi kandırmayalım. Instagram'da gördüğümüz o manikürlü, fönlü, pirüpak anneler, neredeler mesela? Ben sokakta hiç göremiyorum da...
Suya olsa anlatacaktım.
Gökalp'in uzun süredir kendini geriye atma huyu var. Bunu üzülünce, sevinince, aklına birşeyler gelince bir anda ve sert bir şekilde yapıyor. Birçok kez mutluluktan; burnuma tersten kafa atıp, gözümden yaş getirmişliği var.
Ölümün olduğu bu dünyada hiçbir şey çok da ciddi değildir aslında." der Franz Kafka.
Gerçekten öyle mi, yoksa biz öldükten sonra yaşamaya devam edecek bir eser bırakmayı başarabilirsek; bir şekilde varlığımızı sürdürmüş olacak mıyız?
İyi bir evlat yetiştirmiş olmak mesela. Öldükten sonra bir şekilde; onun her doğru adımının bir parçası olmaya devam etmek gibi.
Belki bir şiir yazmak, belki de bir şairin; Nazım'ın Piraye'si olmak. Ne için yaşıyorduk biz, ciddi ciddi biliyor muyuz?
İki gün önce bu not defterini elime tutuşturdu. "Benim yakındır artık heralde, sizden ayrılacağım diye üzülüyorum. Gökalp'ime; seni çok severdi, seninle hep oyunlar oynardı diye nenesini anlatın." dedi.
22 aydır bilfiil emziriyorum. Hele yenidoğan zamanı, günün 20 saati emzirdiğime yemin edebilirim.
Gökalp'in ilk 50 gününü nasıl geçirdiğini her an not etmeye çalıştığım bir defterim var. Sayfalarını karıştırdığımda; tahmin edersiniz ki çoğunlukla meme ve emzirme kelimeleri göze çarpıyor.
Gökalp; sanki anne karnında 9 ay aç kalmış gibi doğdu. O nasıl bir iştah yarabbim. Var olan tüm gücü ile yaşamak için emdi, emmek için yaşadı.
Gündüzleri takip edemediğim ev işlerini gece Gökalp uyuduktan sonra yapıyorum. Geceleri çamaşır yıkayan, bulaşık makinesini yerleştiren, tuvaletleri temizleyen, evin dağınıklığını toparlamaya çalışan sıradan bir anneyim. Tüm bu hengame bittiğinde; bir bakıyorum saat 11 olmuş. Çoğu zaman uyuyup dinlenmek yada güzel bir film izlemek arasında seçim yapmam gerekiyor.
Sosyo ekonomik düzeyim çok yüksek değil. Aslında sofrasına herşeyi koyabilen biriyim. Bir yandan da akşam yemeğinde et ile patates püresi varsa, Gökalp'in de iştahı yerindeyse etin hepsini ona yedirip, patates püresine talim eden anneyim.
Organik yumurtayı, etin güzel yerini; eve değil de Gökalp'e kadar alan anneyim.
Bir evin bir kızıyım. Annem ben henüz 1 yaşındayken geçirdiği yüz felci sonrasında hastalanıyor ve ömrünün sonuna kadar yardıma ihtiyaç duya...