23 Ekim 2015 Cuma

Bir dizi tavsiyesi; Narkos

İçimde dolup taşan tüm melonkoliye ve Franz Kafka'nın kitaplarından fırlamışcasına hayatımdaki "değişim"lere rağmen blog sirkülerimde daha umut dolu yazılar yazmanın zamanı gelmiştir.

Sabah kahveleri insana ayrı bir mutluluk veriyor mesela, yanında bir parça çikolata da var ise; sanırım mutlu olmayı öğrenmek için hayatta birçok sudan sebebimiz var. Eğer öğrenemezsek zaten mutsuzuz. Efendime söyleyeyim; nişanlımın askerliği, dedemin kaybı, işsizlikler, babamın kalp krizi geçirmesi, ayrılıklar özlemler derken bir de baktım ki aslında mutlu olmayı öğrenmek mesele. 

Yeni bir diziye başladım "Narkos". 1975'lerde Amerikada'ki tüm uyuşturucu trafiğinin %80'ini ele geçirmiş, 80'de ise dev bir uyuşturucu kartelinin başında olan, her yıl elindeki parayı paketlemek için 2500$ değerinde paket lastiği alan bir adam Pablo Escobar'ın serüverinini anlatan olağanüstü bir yapım.
Az az tüketmeye çalışıyorum diziyi ki hemen ilk sezonunu bitirmiş olmayayım... Velhasıl kelam sizlere de şiddetle tavsiye edebileceğim bir dizi.

Havalar serinliyor gibi biraz değil mi? İzmir'de sel felaketi dediler, memleketim yine yağmadı; Demem o ki İzmir'in havasına da kızına da güven olmaz ;)

Çok sevgilerimle,

20 Ekim 2015 Salı

Bir repliği anımsamak bazen...


-Yazarım sana.

-Yazma. O zaman bekliyor insan. Buraya çok az insan geliyor, çok insan gidiyor. Kalan da bekliyor ama bazen çok uzun bekliyor. Yani hani mesela zannediyorsun ki, bi yoldan birisi gelecek. Boş, uzun bi yol. Devamlı ona bakıyorsun. Sonra kimse gelmiyor.
Yazma.

17 Ekim 2015 Cumartesi

Tek başına..

Çok fazla sıktım hayatı avuçlarımda. Kalabalıkta kaybolanlardan oluveriyorum hemen.

Aslında çoğu zaman yalnız hissediyorum kendimi. Tüm seslerin sustuğu geceler mesela, metronun kalabalığından sıyrılıp asansöre tek başıma bindiğim o kısacık an ya da eve giresiye kadar apartmanın merdivenlerinde çıktığım o birkaç kat..

Tüm bunların dışında en ilginci kalabalıklarda kaybolmak. Onu herkes bilemez, herkes başaramaz. Ben tek başıma çok büyük bir kalabalıkken, kalabalıklar içinde çok fazla tek başımayım...

9 Ekim 2015 Cuma

Bir nefes bir dilek...


Bugün gözümü İzmir'e açtım... Doğduğum,büyüdüğüm,okuduğum,aşık olduğum ve aşık olduğum adamın yolunu gözlediğim,otobüs garlarını gözyaşlarım ve sevinçlerimle doldurduğum,martıların kursaklarında vapurlardan attığım gevrekleri  gezdirdiği, bana kardeş, ğöğü güneş, ey sevgili pek sevgili İzmir...
Çocuklarım da atsın martılarına gevrek, okullarında okusunlar, her Eylülde Fuar açıldığında gitmek istesinler, denizlerinde yüzsün kumlarından yıkılmayan kaleler yapsınlar, aşık olsunlar mesela garlarında ağlasınlar garlarında gülsünler..
Tek dileğim bu.Bir kez daha bas bağrına...

2 Ekim 2015 Cuma

Hadi Hayirlisi

Hayvanlarin en ufak acisini acligini susuzlugunu yuregi kaldirmayan, karinca yuvasinin ustunden hoplayarak gecen ben insanlardan nefret ediyorum. Hayvanlarin tek bir yuzu vardir, gercek yuzu. Oysa insanlar kendi icinde binbir alavere dalavere ile tirnak icinde "beyincikleri" yettigi kadariyla bir yere varmaya calisirlar keza varirlar da. Iste basiniza gelebilecek en traji komik durum budur hayatta. En korkmaniz gereken kisi canim cicimmis'cilik rollerine burunendir.Daha da kotusu o kadar canimsin cicisim tenceresi kaynatir ki artik sizin de yuzune gulup arkasindan bir cift kelam saydirmaktan baska careniz kalmaz zira agzinizi acip bisey diyecek olsaniz oklar sizi gostereceginden suyun akip yolunu bulmasini bekler ya sabir ceker nitekim de sabredersiniz..Bu da hayatta oklarin sizi isaret etmemesi gereken nadir durumlarda gecerlidir. Iste sirf bu sebepten katlanmak zorunda oldugumuz insan nevileri vardir, insan demeye bin şahit...

Metronun ilk vagonunda sans eseri secilmiscesine garip bir insan topluluguna daha denk geliyorum.Kufurlesen 2 kadin, ayagini karsi tarafindaki koltuga basa basa oturan depresif ergen kizimiz, burnunu karistirmaktan hic ama hic cekinmeyen marur delikanlimiz yollaniyoruz izmir cukurunda.
Hadi hayirlisi ve ya sabir..
Ps: Turkce karakterlere ozen gosterilmeyisinin sebebi; icinde bulunulan ruh hali ile telefondan bloglamaktır.

1 Ekim 2015 Perşembe

Karanlıkta Şıpıdık Terlik : Bir anneannenin trajikomik hikayesi

Sonbaharın sıcakla soğuk arasında fütursuzca kararsız kalmayı direttiği hava durumundan mütevellit, anneannemle yaşadığımız anlaşmazlıklardan biri dün geceye damgasını vurdu.

Bana kalırsa havalar hep soğuk. Yaz geceleri balkon sohbetlerinde omuzlarına ince bir ceket alan bünyelerden olmaktan gocunmadım hiç. Amma velakin uyuduğum odanın; üzerine en azından bir pike almayı gerektirecek, burnunun ucunu hafifçe sızlatacak kadar da serin olmasının, yastık kılıfının ısındığı zaman ters çevrilmesi alışkanlığının verdigi o iç huzurun müptelası olmaktan da geri kalmadım.

Eğer kendinizi bildi bileli ayni odada yatıyorsanız, dahası belli bir yaşa gelmiş her kadının olduğu gibi anneanneniz de menopozdaysa bir takım hava durumu anlaşmazlıklarının önüne geçmeniz pek de mümkün olmuyor..

Dün akşam son birkaç gündür adet edindiğim üzere erken yattım. Sanırım bunun en büyük sebebi esas adamın bayram tatilinden sonra Ankara'ya dönüşü. Gelişine alışmak gibi birşey yok, mesela gidişine alışmak...

Ben yatıp birkaç uyku evresi atlattıktan sonra zannederim ki saat 23.00 sularında anneannemin yatma hazırlığının tıkırtısı ile uyandım.. Tabi bu arada o odada değilken, yatmadan önce "artık havalar serinledi" düşüncesi ile kapattığım pencereyi açtım.. Uykuma devam ettim...

İlk odaya girdiğinde pencerenin kapalı olduğunu teyit eden ananem ışıklar kapalıyken yatmaya geldiğinde soğuk tokat gibi çarpmış olacak ki kalkmış..

Bunlar olurken odanın içinde karanlıkta şap şap bir terlik sesi... Küçücük odadan gelen terlik sesine bakarsan sanırsın ki çırağan sarayının koridorundan gelen bir terlik sesi.. Yürü yürü bitmeyen bir yol..

Rüyada mıyım gerçekte mi derken yataktan doğrulup bir gayret ışığı açtım. Anneannem ayakta kollarını kaldırmış boşlukta ışığı arıyor.. Zavallımın beni uyandırmamak ve pencereyi kapatmak için harcadığı çabaya mı yanayım, kutu kadar odanın içinde 2 km yol yürümüş olmasına mı bilemedim.. Vesselam bastık kahkahayı.. Seni çok seviyorum benim tosun anneannem..

Sonra yattık uyuduk işte. Hikaye bu kadar.. Dağılın!

30 Eylül 2015 Çarşamba

Piti Piti

Eylül 8 itibariyle 25 yaşımdan çaldığım bu ilk günlerde; aslında çok piti pitiyim.
Yani ne bileyim; sanırım bazı insanlar için büyümek zor zanaat.
Ya büyümek zor zanaat, ya da seninle büyüyen sorunlarına çareler üretmek..

Geçtiğimiz Mayısta evlenmeyi hedefleyip evlenememiş olmam cümle alemin malumu..Eskaza bloglarsam gördüğüm; hatta yaklaşık 10 dk önce kadar onayladığım yorumlardan birinde "yanlış hatırlamıyorsam" yemek takımından mı ne memnun olup olmadığımı sormuşlar.Bir tokat da buradan yedim anlayacağınız ve cevap yazmayarak suskunluğumu bir kez daha perçinledim. Şaka bir yana; vallahi memnunum, sonuçta bir köşede sessiz sakin kutularında bekleyen çeyiz eşyacıklarım onlar, bir zararları yok yani:)

Güzel bir bayram tatiliydi, esas adam buradaydı her şeyden önce. Dahası akıl almaz şekilde, her ne kadar bir sonraki görüşme tarihimizin net olmayışının getirdiği bir iç sıkıntısı olsa da pek bir piti pitiyim. Spagat yapayım derken taklaya gelmiş tavşancık gibiyim...

Tüm tıkırlığında ilerliyor hayat, bazen de tam takırlığında.
Sen sen ol "hadi yine iyisin" diyebileceğin iç huzurunla kal ey sevgili, pek sevgili; canım kendim...

Blogger anneler fenomen çocuklar; anne bloggerlar teşhirci mi? Neden kendime anne blogger diyorum?

Bir evin bir kızıyım. Annem ben henüz 1 yaşındayken geçirdiği yüz felci sonrasında hastalanıyor ve ömrünün sonuna kadar yardıma ihtiyaç duya...