6 Mart 2014 Perşembe

İşte BU'na Hayat Pahalılığı Denir: İzmir Kumru 2TL.. Hadi bakalım...ZAM ZAM ZAM!!!


Bir İzmirli olarak ilk önce bizler için KUMRU kelimesi; böyle gerdanında Sultan Süleyman mührüymüşcesine heybetli bir çizgisi olan kuş türü değil, Bizler için kumru; peynir,domates,biberden ibaret olan  leziz şeytan üçgenini içine almış bir simit specialitesi :))
Akşamları ise Kumrucu Şevki mekanında inanılmaz bir karışık sandviçe de dönüşebildiği olur fakat o konuya girsek hiç çıkamayız:) Kaldığım yerden devam etmek amacıyla;


İşte resimde gördüğünüz İzmir'de KUMRU'nun sabah saatlerinde dile gelmiş hali:)

Sizlere bahsettiğim; mazoşistlik safhalarına varan diyetimi bu sabah adeta Kumru aşermem dolayısıyla ufak bir kaçamakla zedelemiş oldum.
Sonuç mu? İzmir Kumru 2TL...
Daha birkaç hafta öncesi bir buçuk liraydı...Hayat ne kadar da pahalanıyor böyle, her şeye zam..Giyme,gezme,yeme,içme, alma alma..Ot gibi yaşa..

Sonra sen kalk 3 kuruş maaşla, her Allah'ın günü 2 lirayla tavuk dürüm ayrana tamah et; sonra neymiş efendim "Ülkenin ekonomisi iyiye gidiyormuş-muş..." Ah akıl, vah akıl..

Kumru da olmuş 2 Lira..Hadi bana eyvallah !

1 Mart 2014 Cumartesi

FiLm Kuşağı Part 2 : GÜLEN GÖZLER (Yeşilçam'a Sevgilerimle)

Türk filmleri namı değer YEŞİLÇAM'ın kalbimde ayrı bir yeri olmuştur, onlar ile güldük onlar ile ağladık biz çocukken ve hala..Türk sinemasının gelmiş geçmiş en "BİZDEN" yapımları Yeşilçam'ındır. Karakerler biziz, yapımcı yönetmen biziz, hikayeler bizim, aşklar ve gözyaşları bizim...Bence onları bu kadar unutulmaz kılan da bu derece "BİZ" olmaları...

Dün akşam televizyonda geç saatlerde "Gülen Gözler" yayınlandı.Hem gözyaşlarına hem de kahkahalara tek celsede erişebileceğim filmi; büyük bir özlemin tekrarıyla gözümü kırpmadan bir kez daha izledim.

Aslında aranızda izlemeyeniniz olmadığından; filmin konusunu, tanıtımını vesaire çok da irdelemeye gerek yok. Yeşilçam'ın üstadlarını bir kez daha sevgiyle anma meselesinden başka bir imajinasyonum olmadan, FiLm Kuşağı Part 2 olarak bu akşam "Gülen Gözler"i seçtim.
               

GeLip geçici diyetlerim, NİŞANLIK SENDROMU ve Su Diyeti Uydurmasyonum...

Şu sıralarda su diyeti ismiyle nam salmış olan bir diyet modasıdır almış başını gidiyor.Benim diyetten anladığım hep "Gelip geçici diyet" olmuştur..Kastım; madem filanca tarihte sıfır beden olman gerekiyor, o zaman geçici diyetlere başvur, sorunu çöz, filanca tarih geçsin sonra da vur kebabın dibine oradan da çikolata deryalarına...Benim açımdan ise su diyeti aynı zamanda "Nişanlık Sendromu" olarak betimlediğim nişan tuvaletinin içerisinde bir deri bir kemik olmak...

Su diyeti diye araştırdım, kendime uyguladım. Faydasını da gördüm, gerçi ben diyeti kendi ruh halime göre çarpıttım, saptırdım, yeni bir diyet yarattım..Yememe diyeti! Yemezsen kilo da almazsın bu kadar basit mantığıyla hareket ettiğim günlerin meyvelerini toplamaya başladım.Fazla olarak dahi nitelendirilemeyecek, kendi kuruntularımdan ibaret olan "birkaç kilo fazlam"dan kurtuldum vesselam.
Sabah 07:30 sularında güne başlayan bedenimi, saat 18:00'a kadar; eziyet raddesine getirerek su ve asla şeker kullanmadan kahve,her nevi çay,doğal meyve sularıyla bittabi midemi en ufak bir boşluk bırakmamacasına doldurdum.18:00 sularında ise besleyici şekilde hazırlanmış bir çorba ve bol salata ile midemle vedalaştım ve abur cuburdan uzak durmayı da ihmal etmedim.Sonuç: Gelip geçici diyetlerim başarılı bir şekilde tüm gelip geçiciliğini geride bırakarak "to be continued" şeklinde devamını göstermekte.
Ta ki nişan tarihim olan 18.04.2014'e kadar, akabinde gelsin kebaplar, gitsin pirzolalar...
Bütün gece kendimi korku filmlerine adayacağım bir Cumartesi gecesinden, koskocaman Sevgiler...

28 Şubat 2014 Cuma

Mutlu Sonun Başlangıcı ve Cuma Psikolojisi


Sonunda nişan tarihi konusunda netleşmeler başladı.Yarın da salonu tutsam da bir rahata ersem ve üşenmeden bloguma hemen bir ballandırsam bunun detaylarını:)
İnsanlar 1 yıl önceden salon tutuyor ya var mı böyle bir şey? Var vallahi...
E sen de yumurtanın evrimleşmesini beklerken stres içinde stres yaşıyorsun doğal olarak...Bu yüzden; nişan hazırlıklarındaki bu ilk adımımı sanki mutlu sonun başlangıcı olarak nitelendiriyorum :)

Haftanın yorgunluğunu atmak hevesleriyle paydos ettim bu gün, bu hafta yıl gibi geldi bana. Sanırım karakteristik özelliklerime işlemiş olan kuruntulu zihnimin getirisiyle de 30'uma varmadan yaşlanırım:)
Kaldı mı geriye son 7 senem..Hadi hayırlısı :)

Sevgi, aşk, merhamet ve mutlulukla kalın..Koskocaman bir gülen surat olun, uzatmadan siz en iyisi mi HOŞÇAKALIN...


27 Şubat 2014 Perşembe

ÖYLE BİR ŞEY YAZMALIYIM Kİ...Blogum Üzerine: Karman-Çorman; Saçma-sapan Karalamalar...Nedir benim akıbetim?

Öylesine bir şey yazmalıyım ki benim için yazmak değil, ortaya çıkan bir yazı değil,senin için ise okumak
değil..Öylesine bir şey olsun işte, bir anlamı olmasın mesela, bir alt mesajı olmasın, kendim çalayım kendim oynayayım bugün..Bir girişi,gelişmesi ve sonucu olmasın bu kez, tüm "bilmiş abla"lığımla hiç çekinmeden uydurduğum bir edebiyat türüne öncülük edeyim fütursuzca...

Bir paragrafta bin konu olsun, sonucu da bir yere varmasın istedim.Ucu açık kalsın kelimelerin ve okunurken nereye çekersen oraya gitsin.
Hafızaların, düşüncelerin, kuruntuların, ideallerin karmaşası kadar göreceli olmaktan geri kalmasın...

Her gün be gün yeni bir yazı paylaşmak konusundaki tutarlılığım dur durak bilmeksizin devam ediyor; ki bugün düşündüm...Nedir benim akıbetim?
Blog yazmak için başlamadım aslında yazmaya, yazma şevkimi geri kazanabilmek için bir blog açtım kendime, aslında Temmuz 2013'ten beri aktif durumda fakat kendim pek aktif olamamışım; ta ki şu sıralara kadar...Zannedersem yazma şevki denilen şeyin geri gelmesi epeyce zaman alıyormuş :)

Şu sıralarsa yazma isteğinin tavan yaptığı yere tahtımı oturtmuş durumdayım, lakin divan edebiyatı yapmaya da pek niyetim yok! Yani bildiğimi okurum ben,öyle de olmalı.Bir cümlenin ifade ettiği benim anlatmaya çalıştığımdan çok senin ona yüklediğin anlamdır her zaman. Dolayısıyla sen nası istersen o yöne gitmeli yazdıklarım; bir sorunun, bir olayın, ya da ilerleyen bir paragrafın en önemli yanı istediğin yere çektiğinde gelebilecek olabilme kapasitesi, daha da net betimlemek gerekir ise adeta tablolaştırılabilitesidir. Yazdıklarımı okurken; ne kadar tablolaştırılabilirsen o kadar başarmışım derim kendime.


25 Şubat 2014 Salı

BaLık Hafızamdaki UÇ UÇ Böceğim!


En sevdiğim çocuk şarkısıydı; evvel zaman içinde kalbur saman içindeki çocukluk dönemimin en güzel hatıralardan biri; hala hiç değişmeyen balık hafızama yakışır; kısa, net ve içten..Hayatımın o dönemindeki en içten nakaratım, küçük bir kız çocuğu olduğum zamanlar bıkmadan üşenmeden söylediğim şarkı...Bugün nereden esti de parmağımın ucuna kondu bu melodi bilinmez...
Uzun zaman sonra nedensiz yere mırıldandım...

Küçük aklımızla bin dereden su getirip, uğur böceği yakalar, daha sonra inanılmaz bir inanç derecesiyle dilek tutar ve bu nakaratı mırıldanarak adeta bir nevi totem yaparmışcasına hemen uçarsa dileğin gerçekleşeceğine canı gönülden inanırdık, en azından ben inanırdım...Böylelikle bizler,onların da kanatlarına taşıyabileceğinden fazla yük yüklemiş olduk...

Siyah benekli kırmızı kanatlar; ''evvel zaman içinde kalbur saman içinde'nin'' en güzel fakat en silik anısı olarak kalır zamanla hafızalarda; bir de hiç değişmeyen balık hafızama yakışır melodisi : '' Uç, Uç böceğim! Yarın düğün olacak,annem sana terlik pabuç alacak..''

23 Şubat 2014 Pazar

FiLm Kuşağı Part 1 : MALEFİQUE


Korku filmleri kategorisinde bu tarz filmler pek yer almıyor açıkçası, biz izleyenler de; başrol oyuncusunun; taşındığı evin eski sahiplerinin ruhları tarafından rahatsız edilmesinden başka konuyu pek göremiyoruz dolaylı olarak.Buradan ele alırsak; sıradışılık anlamında her ne kadar başarılı olursa olsun illumunati göndermeleri son derece rahatsız ediciydi.

Film 2002 yapımı ve tamamen KARABÜYÜ olgusunun İLLUMUNATİ'ye dem vurmasının Fransız bir konsepti.

BaşLangıç : Aynı hücreyi paylaşan dört mahkumdan biri olan Carrère bir gün hücre duvarında bir günlük bulur. Bu günlük bir asır kadar önce bu hücrede kalmış Danvers’a aittir. İşin ilginç tarafıysa, günlükte kara büyü hakkında detaylı bilgiler yer alıyor olmasıdır. ' diye okuduk ve izledik..

İllumunati hakkında; herhangi bir bir fikri-zikri dahi olmayan herkes az çok ''Ya bu kadar sembol de neyin nesi?'' düşüncesine kapılmak bir tarafa, düşünceler denizine paldır küldür yuvarlanabilir.

Bunların yanısıra filmde psikolojik bir gerilim de hakim.İçimizdeki insanlığa karşı savaş açmış senarist. İster istemez kendinizi huzursuz hissediyorsunuz, birkaç sahnede de hafızaya kazınacak başarılı karakteristik gerilim vardı ki tekrar insan olmayı ve insan psikolojisini sorguluyorsunuz.

Filmin finalinde biraz ters köşe yapmaya çalışırlarken azıcık ucundan saçmalamakla birlikte, ''-to be continued'' izlenimi yaratmaya da çalışmışlar amma velakin yıl olmuş 2014 hala filmin devamı gelmemiş.

Şahsi fikrim olarak, illumunati simgelerinden son derece rahatsızlık duymuş ve gereksiz göndermeler olarak nitelendirmiş olsam da film genel hatlarıyla ''farklı'' ve kayda değer olduğundan netice itibariyle kesinlikle zaman kaybı değil...

Blogger anneler fenomen çocuklar; anne bloggerlar teşhirci mi? Neden kendime anne blogger diyorum?

Bir evin bir kızıyım. Annem ben henüz 1 yaşındayken geçirdiği yüz felci sonrasında hastalanıyor ve ömrünün sonuna kadar yardıma ihtiyaç duya...