İşte -Ders 2- tam da bu noktada başlıyor...
Onunla geçirdiğim 3 yılda; bende ve hayatımda ne kadar çok şeyin değiştiğine kendimin dahi inanması mümkün değilken; kelimelere dökmek için çabalamak anlamsız olmalı, değil mi? Yine de oyum şansımı denemekten hatta zorlamaktan yana..
Askerlik denen şey; nişanlı bir bayansanız bir anda koskoca bir boşluk ya da simsiyah bir duvar gibi bir şey.Hissettiğiniz ise yalnızlaşmışlık!
Bu da benim uydurma tabirlerimden biri olsa gerek; "yalnızlaşmışlık"..
Sadece onu değil,onunla olan şeyleri, bir tek onunlayken sahip olduğum kalabalıkta kaybolmamak hissini ve daha dilimin dönmesi mümkün olmayan, kalemimi kıran birçok şeyi özlüyorum.Ben en Batı'yım, o en Doğu..Bu kadar uzak olmak zorunda mı? Olmamalı..Kalabalıkta kaybolmuşluk; kalabalıkta yalnız kalmak.Can sıkıntısı şeyler bunlar..
Bugün en sevdiğim ve bana daima onun aldığı kahvemi; bir şekilde tekrar bürodaki çalışma masamda buldum.Sürpriz yapmış bana, patronum ve aynı zamanda kendisinin ortağı olan can ciğer arkadaşımız da buna elçilik yapmayı görev bilmiş sağ olsun:) Hiç fark etmemiştim oysa; esas adam olmadan o kahveyi hiç içmediğimi.Doğru ya; en sevdiğim kahve olmasına rağmen işin aslı onsuz hiç içmemiştim.Çünkü bana en sevdiğim haliyle; karamelli frappuccinomu alan tek kişi o!
Ben de bunun gibi binlerce ufak tefek mutluluklara kendimi o kadar alıştırmışım ve kaptırmışım ki; sanırım en çok da bu yüzden esas adamın yokluğu tam anlamıyla cehennem.
Ve tüm bunlar bir araya geldiğinde sanırım ben esas adamsız yürümeyi beceremiyorum, denemiyorum..Gerek de duymuyorum.Yanımda olmadığı zamanlarda tamamen mutsuz olmaktan; mutluluk duyuyorum.
Çünkü bazen; bir kahve molası yeter!