19 Haziran 2014 Perşembe

Yelken

Kulağımda bir melodi; beni neşeye boğan...Tarifinin pek de mümkü  olmadığı bir huzur verdi gün ortasında bana bu eski; ama aslına bakarsanız hiç eskimediğine canı gönülden inandığım şarkı...

Bir seni sevdim inan 
Gerisi masal gerisi yalan 
Çok özledim daha duramam 
Sebebini sorma of aman aman 
Gel de kaçıp gidelim 
Usandım bu halimden 
Yelken açıp gidelim 
Görünmeden gece sahilden 
Kıpır kıpır oldu içim 
Sana dokunup seni öpmek için 
Bir anda geçse zaman 
Sebebini sorma of aman aman 
                                    (İzel - Yelken)

Ben size boşuna demedim 90'ların tadı bir başka diye; 
Yazarın kendini beğenmiş, bayan çok bilmiş şükela notu :

Sevgilerimle 90'lar...

18 Haziran 2014 Çarşamba

Bunları Düşünüyorum Sık Sık

Doğrusunu söylemek gerekirse hiç keyfim yok şu sıralar..Aslında böyle hissettiğimde blogla pek içli dışlı olmaktan hoşlanmıyorum.Hoşnutsuzum kendimden, yazdıklarımı bile beğenmiyorum artık.Can burundayken mizahiyet çabalarına girişiyor, iç dünyamı yansıtmayan güncel konulardan, havadan sudan dem vuruyorum.Aslına bakarsanız; buruşturup çöpe dahi atmaya üşeneceğim bir yazıyı çoktan yayınlamış oluyorum.

Üzerime yapışan, söküp atamadığım rahatsızlıklarımla uğraşıyorum.Bahardan mıdır bilmiyorum,ellerimde küçük renksiz kabarcıklar var; ne idüğü belirsiz...Gözlerim son 15 gündür bir kızarıyor,bir düzeliyor.Süregelen yorgunluk ve uykusuzluğumdan bahsetmemek işten bile değil.Doktora gitmiyorum çünkü birkaç saniyeliğine suratıma bön bön bakıp elime bir reçete tutuşturduğunu düşünmek bile benim için yeterince katlanılmaz.Olur olmaz şeylerden şikayetçiyim.Bir fotograf makinemin olmayışı mesela...Şöyle bin liralık bir şey bile fotografçılığa başlayabilmek için yeterli aslında.Yine de erteliyorum.Önceliklerimin sırasında ilerliyorum; bir gün güzel bir fotograf makinesine de sıra gelecek elbet diyerek bir kez daha ertelemek suretiyle tabi.Ha bir de; iş yerinde her gün hemde her gün telefonda insanlara laf anlatmaktan sıkıldım; tahsilat da böyle bir şey işte.

Beklemek beni iyiden iyiye usandırıyor artık.Otobüsü, yemeğin pişmesini, hafta sonu tatilini, evliliği, saçlarımın uzamasını ve daha nicelerini beklerken; sabırsızlıkla yaptığım tek şey nişanlımdan gelecek bir telefonu ve askerliğinin biteceği günü "beklemek"...Beklerken beklemekten daha can sıkıcı bir durum yok; vaka vakti zamanında söylediğim gibi; sayılı gün çabuk geçmiyor...

Günler birbirini tekrar ediyor ve ben birçoğunuz gibi günün 16 saati yapmak istemediğim şeyleri yapıyorum ki; geri kalan 8 saat günlük uyku sürem.

Bu arada varlıklar yokluklara dönüşebiliyormuş öğrendim.Hayatımın en güzel 3 yazını onunla geçirdikten sonra; en berbat yazını geçirmeye başladım.Varlığı mutluluk olmuşken, yokluğu hüzün oluyormuş meğer.Hep bir hüzün...Ama hayatımın en güzel de 3 kışı var; sonbaharda askerlik bittiğinde bir yenisi daha bizi bekliyor olacak...

Bunları düşünüyorum sıksık...

17 Haziran 2014 Salı

Ya Düğünümde Yangın Çıkarsa?

Şimdi durdum bir düşündüm de; hani şimdi eğri oturalım doğru konuşalım...Genel anlamda "şanssız" sıfatına laik miyim derseniz; evetle kalmayıp üstüme biçilmiş kaftan derim..

Bugün Milliyet'te gülümseten bir haber okudum.Daha önce blogumda bir haber yazısına yer vermemiştim. Haberin özeti : Kır düğünü konseptinde nikah masasına oturan çift yakınlarda çıkan orman yangını karşısında şoke oldular.

Gerçekten akla hayale gelmez vallahi.Hani ne bileyim; bir düğünde görümce havuza düşebilir, en kısa boylu dişi kişilik ayakkabısının topuğunu kırabilir, şişenin dibini bulanlardan bir grup haka huka dansı yapabilir hatta gelin çiçeğini bir uzaylı yakalayabilir belki..Ama orman yangını da neyin nesi...

İşin ilginci de düğünde çekilen fotograflar...Gökyüzünü siyah bulutlar kaplıyor ve inanılmaz bir görsel şölen yaratıyor dış çekim için.

Bardağın dolu tarafı çok güzel kareler elde etmeye vesile olmuş olsa da benim gözüm korktu vallahi.
Şimdi işin yoksa ya düğünümde yangın çıkarsa diye düşün dur;)



Aslında...

İşten kaytarmak istiyorum şu sıralar; ne var şu üniversiteyi bitirdiğim sene sevgili nişanlıcığım ile koca bir yazı aylak aylak geçirdiğimiz günlere geri dönebilsem...Gündüz havuzlara gitmeler, akşamları güzel bir yemek, birası cipsi ıvırı zıvırı..El ele kol kola geçen zaman yani cennetin dibi arkadaş!

Geceleri geç yatmalar, öğlen uyanıp, giyinip süslenip kendini sokaklara atmalar falanlaaar filanlar.Yok bugün cümleler kısa! Yazılarımda cümleler kısaysa bunun 3 anlamı vardır bilen bilir; 
1-Ya acelem vardır.
2-Ya canım sıkkındır.
3-Ya da canım sıkkındır.
P.S: 2 ve 3. madde aynı ; farkındayız herhalde.

Aslında; aslında'sı bu işte; işten kaytarmak istiyorum.Birkaç gün boş beleş evde oturmak mesela..Hatta kendime fresh meyve kokteylleri hazırlamak.

Neyse sanırım şimdi öğle arasında adana dürümümü yeme zamanı. 

16 Haziran 2014 Pazartesi

Son Uyarı; Yoksa Fıstık Benim Olacak Vurucam Kırbacı Vurucam Kırbacı!

Hadi sen ben o sıcaktan bunaldık diyelim; peki diğerleri?

Su sadece bizler değil tüm canlılar için hayat demek...Ay dilimde tüy bitti; nolur be cancağızım:( Bir kap yemek bir kap su!

Nerede evlerinizin, dükkanlarınızın önünde duran su kapları? Görmedikçe üzülüyor, üzüldükçe de yazıyorum işte böyle, tutamıyorum ki içimde.En güçlü sesim vicdanımın, merhametimin sesi çünkü.Unutulmuşlardan olmasın sokaktaki canlarımız; zira "Fıstık benim olacak, vurucam kırbacı vurucam kırbacı!" zihniyeti gütmek kadar suçtur ihmalkarlık, vurdumduymazlık...Çünkü sokaktaki canlar aslında bizim vicdanımızdır.

Kapınızın önüne koyacağınız sadece ama sadece bir kap su sizlere mutluluk, onlara "hayat" verir.

ONLARIN DA SU VERENLERİ ÇOK OLSUN!

14 Haziran 2014 Cumartesi

Mehmet Aydın Bıttım Sabunu Tecrübem

Başım dertte!

Ama öyle mecazi anlamda falan da değil; gerçek anlamda "başım dertte".

İnternette saç bakım ürünleri adı altında ufak bir araştırma sonucunda karşınıza ilk etapta; Head&Shoulders; akabinde de yüzde yüz doğal olmasının yanı sıra; saçlar için de kökünden ucuna kadar aklınıza gelip gelebilecek her türlü derde deva olduğu vaad edilen hatta ve hatta sivilce,sebum oluşumuna neden olan faktörleri ortadan kaldırdığı iddia edilen bir sabun olan "bıttım sabunu" karşınıza çıkıyor.

Şimdi gelelim saçımın nasıl böyle evrim geçirdiğine!

Elidor'un kalitesinin iyice yerin dibine battığını gözlemledikten sonra; ben de saçımı ne ile yıkamam gerektiğine dair araştırmacı gazeteci kişiliğimi devreye soktum ve bıttım sabununu keşfettim derken; kendime markası Mehmet Aydın Bıttım Sabunu edindim.
Neyse TıkTık; ben bunu aldım bir güzel kullandım; ilk kullanımımdan sonra adı üstünde "sabun" olduğunu düşünerek daha banyodan çıkar çıkmaz saçımı KAZIK gibi etmesine aldırış etmeden;ertesi gün pazartesi sendromumla birlikte işe gittim.Bilgisayar başında çalıştığımdan; sürekli saçımla oynayanlardanım.Allah'tan ki öyleymişim; bir de ne farkettim dersiniz? Saçlarımın dipleri tutam tutam birbirine yapışmış; sanki on gün yıkanmamış edasıyla başımda bir ağırlık olmuşken; saç uçlarımsa kuruluktan tiftik tiftik krepe yapılmış gibi...

Peki akıllandım mı; asla...Tekrar internetten bir araştırmaya koyuldum ve ilk kullanımların bu tarz sorunlar doğurabileceği, düzenli kullanımınsa cenneti vaad ettiği zırvalıklarına bir güzel inandım.Safım ben ya saf. HATTA O KADAR SAFIM Kİ; %100 DOĞAL BITTIM SABUNUNDAN DAHA SAFIM!

Sonuç olarak; bugünlere kadar geldik sevgili dostlarım.Bugün; 14.06.2014 günü tarih sayfalarına saçlarımın bu haliyle geçmiştir! Elveda bıttım sabunu...Yaşasın şampuanlar, saç kremleri, saç tonikleri, bakım maskeleri, serumlar!

P.S: Yiğidi öldürdükten sonra hakkını verme zamanına gelince; sivilce ve sebum oluşumunu engellediğine, hatta ve hatta cildi bebek yaptığına inancım sonsuz..Denendi onaylandı, kullanmaya devam...
Yazının tamamını okumaya üşenen tembeller için; yazarın sizler için beyan ettiği şükela özeti;

Bıttım sabunun saç için değil, yüz içindir...

Sevgilerimle...

13 Haziran 2014 Cuma

HAYIR!

Dün gece yarısı; geç saatlerde, hayatım boyunca gözlerimin önünden silinmeyecek anlar yaşadım.En değer verdiğim arkadaşlarımdan Şişkom'un, erkek kardeşi tarafından dövüldükten sonra, ağzı gözü mor bir şekilde can havliyle kendini sokağa atıp, bize gelmesi ve dahası ve sonrası...

Biraz olsun kendimi ve düşüncelerimi toparlamaya ihtiyacım var şimdi ama bir insan olarak elimden geldiğince "insan olmanın aynı zamanda merhamet öğretisi" olabileceğini ifade etmeliydim, etmeliyim ve içimdeki zehri akıtmalıyım.
Kafam bu kadar dalgın; içim bu kadar dar; vicdanım bir o kadar avaz avaz iken; sahip olduğum "insan olma yetisi" nin gölgesinde öküz oturmuşken; söylemeden duramadım sizlere...

KADINA ŞİDDETE HAYIR!

Blogger anneler fenomen çocuklar; anne bloggerlar teşhirci mi? Neden kendime anne blogger diyorum?

Bir evin bir kızıyım. Annem ben henüz 1 yaşındayken geçirdiği yüz felci sonrasında hastalanıyor ve ömrünün sonuna kadar yardıma ihtiyaç duya...