4 Nisan 2014 Cuma

Bahar yorgunluğu

Kendime notlar: Sen sen ol kendini ihmal etme.Yorgunsun şu sıralar, vallahi bu bahar seni çok sarstı; neymiş canım bu bitmek bilmeyen bahar yorgunluğu..

Gel gelelim sonuç itibariyle buradayım yine; Cuma akşamları benim için heyecanla beklenen bir gün olmasına rağmen; televizyonda annem ve anneanemin inatla Med Cezir'i izlemesi artık bana bu beklenen anı zehri zıkkım etmeye başladı desem yeridir.Şu Türk televizyonları neler gördü neler geçirdi de; benim hafızamda hatırı sayılır en gerçek dışı en saçma sapan konu-içerik ise Med Cezir olarak yerini aldı nokta net...Ayyy düşünün yani izliyorum bildiğin; tamamen mecburiyetten!

Bir de aman bu kızcağız da resim bulamamış da niye bir Corpse Bride ile başlık açmış diyenler için; bu resim şuan benim içimde bulunduğum ağır bahar sendromunun özeti...Tam nişan arifesinde yorgun bahar savaşçısı ölü gelin, işte o benim!

Hafta sonu havalar güzel olacakmış; tadını çıkartmayı ihmal etmeyin.

Ha bir de her zamanki gibi; Sevgiyle kalın...

3 Nisan 2014 Perşembe

Kabak tadı vermeme ramak kaldı...

Saatler ileri alındığından beri kendime gelemedim desem yeridir; günler uzadı geceler kısaldı ve ben herzaman olduğundan daha fazla Garfield tembellik moduna adaptasyonunu sağladım...

Her neyse; şu sıralar kafamda dönüp dolaşan tilkilerden biri de blog yazılarım hakkında.Açıkçası yedim, içtim, gördüm, gezdim, eğlendik, oynadık yazıları niteliğinde birbirini kovalayan günceler ile kabak tadı vermemek gerekiyor bloglarda.

Güncelerim günceleriniz olsun istiyorum aynı zamanda.Benim olan-bitenlerim sizlere de bir şeyler ifade etsin; böylelikle her satırda kendinizden pay biçmek bir tık daha kolay olsun istiyorum..Bunlarla da kalmayıp; anlattıklarımın ya da daha mütevazi bir deyişle anlatmaya gayret gösterdiklerimin bir yandan da sizler için bilgi niteliğini taşımasını arzu ediyorum.

Bu yüzdendir ki; yorgun,düşünceli ya da hasta olduğum zamanlar yazmaktan kaçınırken bir yandan da kendimi bir yayın hazırlarken bulabiliyorum.İşte o an bu an!

CNN'de konuşmakta olan Mahsur Yavaş'a kulak kabartıyorum bir yandan; içim daha da bir sıkılıyor..Allah adama sabır versin! Bir yandan da trafoya kaçan kediler aklıma geliyor; kediye kızıyorum...Ben bu KEDİ'lere bir anlam veremiyorum; üzülüyorum. Garfield modumdan çıkıyorum ve bir kez daha KEDİ'ye kızıyorum!

Klavye üzerinde ışıldayan alyansıma bakıyorum; "Nişana az kaldı" diyorum kendi kendime.Kafamdaki hazırlıkların üzerinden bir el daha geçiyorum.

Canım kızım Şegi (benim pati patim; benim köpüşüm) uyumakta; hayatından memnun; annem yine bebeklik örtümü üzerine örtmüş.

İçeride balık kızartıyor annem; kızarırken kokusunu sevmiyorum; aynı koku masada yerini aldığında ise bir davete dönüşüyor benim için, garip...Sözlüm çok sever; onun için de yiyeyim.

Dedem pek iyi değil; aynı evin içinde yaşıyoruz sonuçta...E yaşlandı görüyor gözün; anlıyorsun iyi olmadığını.Salı günü hastaneye yatacakmış; offf canım sıkıldı yine

Ha bir de kansızlık mı var bende ne? Ellerim ayaklarım hep buz...Yine ayaklarım buz kesmiş; sonra karnım ağrıyor, e ağrır tabi taşlara basarsam.

En iyisi ben gideyim de; bir çorap giyeyim..



2 Nisan 2014 Çarşamba

İzmir'de dış çekim mekan önerisi

Sanırım birazcık kafayı çatlattım :) Kafama tokadan başka bir şey takmaz oldum.Aslında her şey dört dörtlük mü? Elbette değil..

Malumunuz üzere nişana az kaldı.Sizin en net aklınızda kalan hali; nişana az bir zaman kaldığı iken; benim net bilgim ise son 16 gün olacak :) Ben de artık son rötuşları yapmak üzere biraz hareket gösterdim.Önceden bahsettiğim gibi dış çekim için anlaştığım İlker Özpınar ile bu Cumartesi için son detayları konuşmak üzere bir randevu ayarladım.Mekan olarak da İZMİR-ASANSÖR'ü seçtik ki yerinde bir tercih olduğunu düşünüyorum:) 

Öncelikle inanılmaz derecede güzel ve tarihin mistik düzenini hiç bozmamış sokakları var..

 Ve elbette ki bu güzel tarihi evler ve sokaklar ile dolu; bütün İzmir'i kuş bakışı gören meşhur tarihi Asansör

 Gece görünümüne yorum dahi yapmama gerek var mı bilemedim; gerçi dış çekim gündüz gerçekleşecek ama siz yine de bu manzarayı bir de gece görün istedim :)
 Bu da bir gündüz versiyonu;) 

Sonuç itibariyle; ASANSÖRÜN AŞK'A GELMİŞ BİR KARESİ...♥

Geri kalan herşey üzerinden detayları ise Sevgili İlker Bey ile görüşeceğiz, umarım güzel anıları yakalarken; güzel kareler elde etmekten de geri kalmayız...Böylelikle dış çekim konusu da hallolmuş olacak ve benden mutlusu olmayacak.

1 Nisan 2014 Salı

Yalancı Mimiklerim...

Son birkaç gündür işler sarpa sardı; pek tadım tuzum açıkçası...Bu yüzden midir bilinmez,bu süreç işlerken, herhangi bir "Günlüğümden" yazısı yazarak kimsenin tadını kaçırmak istemedim.Ne kadar düşünceli olduğuma bir de bu açıdan bakmayı ihmal etmezsiniz umarım:)

Her zaman olduğu ve her zaman olduğum gibi kocaman bir gülen surat olmama rağmen; keyfim pek yerinde değil.Bir blog'um olmalı diye düşündüğüm an; ilk aşamada kendimi anlatmam gerektiğine karar vermiştim bile..En doğru bildiğim yer KENDİM'den başlıyorum yazmaya diyerek; kendimi kendime anlatmaya başlamıştım.Her zaman altını çize çize söylediğim gibi, konuşmaktan çok yazmayı bilenlerdenim ben.Belki de yazdığım zamanlar daha anlaşılır olduğumdan, yazdıklarımı söylediklerime tercih ederim; hiç tartışmasız...

Ve yine nedendir bilinmez ki; kendime gülen suratlar uydurmaya kılı kırk yarıp her telden mutlu olmaya müsayitim...

Bir evin içinde 5 kişiyiz: Anne-baba-çocuk (ki bendeniz çocuk oluyorum)-anneanne ve dede...Dede sıfatı çok hasta şu sıralar, tam da nişan arifesinde...Dünya gözüyle görsün derler ya, dünya gözüyle görsün diye dua ediyorum...Canlar sıkkın, moraller bozuk...En kaba tabirle ortam "leş" yani...


Esas adam'la bugün biraz diş biledik birbirimize, ben bunu tamamen konuşmaktan çok yazmaya becerikli oluşuma bağlıyorum.Çünkü kendimi ifade etmekte inanılmaz zorlanıyorum bazen; aslında o kadar karmaşık şekilde dönen bir akıl-fikir çarkım var ki; yani değil ben Nazım Hikmet gelse meramını anlatamayacak...Gel gelelim; yanlış anlaşılmalar silsilesi Part 1 kısmını ortak çabamızla yaratınca film tam 8 Part'lık uzun metraja dönüştü.Neyse ki bu yanlış anlaşılmalar; kısmen düzeltilerek, kısmen de salonun ortasına isabet ettirilmiş köpek boku gibi kaldı ortada:)) Tabi sonuç itibariyle; her zamanki gibi asayiş berkemal :) Ne de olsa AŞK var...

Yaşamı, arzularımı, hayallerimi ve mutluluklarımı bu kadar azimle kovaladığım için kendime teşekkürü bir borç bilirim.Teşekkürler; hayata bakış açım, merhametim, şefkatim ve beni ben yapan herşeye...

Sevgilerimle,

31 Mart 2014 Pazartesi

Film Kuşağı Part 4 : Animasyon Film Önerileri


Animasyonların en güzel yanı da bir filmden öte kendinizi bir seyirci olarak kurgunun içinde bulabilmeniz, yanı sıra fazla "kafayı yormadan" tadını çıkarabilmeniz...Listede verdiğim filmler hakkında konu-yorum ikilisinin üzerinde fazla durmadım şayet; izleme niyetiyle konuyu her yerden araştırabileceğiniz gibi, yorum da izledikten sonra kafanızda şekillenecek; bir yerde benim yorumlarımın da anlamı kalmamış olacak:) Böylelikle kendimi yeterince ezdikten sonra; an itibariyle almış olduğum karar neticesinde her film için sadece bir cümle kurmaya niyet etmiş oldum.

ASLAN KRAL: Çocukluğumun efsanesi; animasyonlara müptela oluşumun yegane sebebi, ölmeden izlenmesi gereken...Hakuna Matata!

ICE AGE: Her seri ayrı bir tat, ayrı bir macera; buzun hikayesi ;)

RANGO: Daha önce hiç kimse bu kadar cesur olmamıştı...

RATATOUİLLE: Lezzet ustası faremiz

UP: Gerçeğe ve hayallere gökyüzünden bakmak; duygu dolu bir hikaye


MARY AND MAX: Yalnızlığın paylaşılmış hali.

THE SIMPSONS: Bir efsane; hiçbir sezonunu kaçırmadığım bir aile durum komedisinin seyri film keyfi

ÖLÜ GELİN: Aşkının peşini bırakmayan hem deli hem ölü kız;)


Ve elbette ismini de anmadan geçemeyeceğim; Kayıp Balık Nemo, Ejdarhanı Nasıl Eğitirsin, Wall-E, Çılgın Hırsızlar, Köfte Yağmuru...

Ezber arşivimden ilk aklıma gelenleri böyle sıraladım; şimdilik bunlarla başlayabilirsiniz; elbet de beğenerek izlediğim animasyon filmler arasından listeme eklemeyi unuttuklarım var mı diye kaygısını duymuyor değilim...
Mutlu kalın; hoşça kalın...

29 Mart 2014 Cumartesi

FiLm Kuşağı Part 3 : FROZEN

Çizgi filmleri,animasyonları,karikatürleri hep sevdim..Küçük bir çocukken de, yetişkin olduğumda da..
Okunulan her yazıda, izlenilen her filmde kendinden birşeyler bulabilirsin belki ama fotograflarda bulamazsın, başkalarının yüzleridir onlar..Oysa bir çizgi resme, karikatüre kendini benzetebilir,kendini onun yerine koyabilir ya da onunla ilgili hayaller kurabilirsin..

Çocukken bunlar daha kolay olur herkes için, bir erkek çocuğu evinde redkit olabilir ya da bir kız çocuğu hiçbir çaba gerektirmeksizin pijamalarıyla dahi pamuk prenses olabilir ama birer yetişkin olduklarında o çocuksu hayal gücü kaybolmaya başlar, benim içinse daha farklı; yetişkin biri olarak bile kendimi çizgilerde hayal ederken bulabilirim; demiştim sizlere ;)

Filmin konusundan bahsetmeye pek gerek yok; genel anlamda; tek cümlelik özet haliyle film : Elsa istemeyerek de olsa; kraliçesi olduğu ülkeyi ebedi kışa mahkum eder ve kız kardeşi Anna ise sıçılanı sıvamak üzere bir hayli uğraşmak zorunda kalacak ve kendini maceranın içinde bulacaktır;)

Güzel tanımladım vallahi, IMDB yetkililerine duyurulur; "sıçılanı sıvamak" yerine "her şeyi eski haline getirmek" diye değiştirip birebir kullanabilirsiniz; yine de sıçılanı sıvamak daha etkileyici; neyse..

Film bir Disney yapımı.Disney'in hiç bir animasyonu görsellik açısından hayal kırıklığı yaşatmaz; böylelikle Frozen da maça seyircinin nazarında 1-0 önce başlar...

Gel gelelim; açıkçası ben; daha yaratıcı bir senaryo beklemiştim..Animasyon filmlerin en büyük gücü masalsı senaryolarıdır. Konu olarak; filmin en başından,sonunu tahmin etmen mümkün; dolayısıyla malumun ilanı
nı izlerken insan biraz sıkılmıyor da değil...
Benim için filmin en vurucu tiplemesi ise OLAF oldu ki; kendisi tam anlamıyla tek başına animasyon kariyerine devam ederse şaşırmayın ;)

Sanırım ben çok fazla beklenti içerisinde izlediğimden benim için biraz hayal kırıklığı sayılsa da; film güzeldi...Benden söylemesi...


Ne Var Ne Yok?

Günlerden Cumartesi...En sevdiğim gün...Saat 12:23 itibariyle yazmaya başlıyorum ve nitekim her zamanki gibi bu günde kendimi yorgun hissediyorum:)

Bloga yazmayalı tam 7 gün harcadım ömrümden; gelgelim pek de bir havadisler silsilesi niteliğinde yazı hazırlamam içinde bulunduğum durum dolayısıyla mümkün değil.Bu hafta oldukça sıradan,durağan ve bir o kadar da buhranlı geçti benim için:) Bende ortaya karışık misali "Ne Var Ne Yok?" dedim ve kendi kendime kısa bir söyleşi yaptım.

Nişana son 20 gün kaldı; benim ise ufak tefek, yapılması farz olan hazırlıklarım bekleme koltuğunda hali hazırda oturuyor..TıKTıKçıLaR'ım sizin anlayacağınız; tabiri caiz ise yüzdüm yüzdüm kuyruğuna geldim bu sürecin de..Bir yandan da zaman ne kadar hızlı geçiyor diye düşünmeden edemiyor, bir yandan da eksik kalan hazırlıkların telaşına kapılıyorum şu sıralar.

Bütün hafta; iş-ev, ev-iş ikilisi arasında mekik dokuyarak Cuma akşamının vazgeçilmez rahatlığını bekledim..Her ne kadar bu bekleyiş Cumartesi akşamlara kadar yataktan çıkmamayı arzulasa da sonuç itibariyle; saat 10:30 sularında yatak odamdaki davetsiz misafirin inanılmaz gayretiyle (Seni lanet olası,pis kara sinek!) uyanmamak işten bile değildi...

Böylelikle tekrar Garfield ruh halime büründüm ve yürüyen ölüyü andıran görünüşümle evimin odalarını arşınlayıp kendimi o yataktan bu yatağa, o koltuktan bu koltuğa attım..

Kahvemi yudumlarken; bir nebze olsun açılan şuurumla bloglamam iyi bir seçim olacaktı; yazmaya koyuldum...

Sevgiyle kalmayı ihmal etme, olur olmaz şeyleri dert etme, mutluluklarını erteleme...

Sevgilerimle,


Blogger anneler fenomen çocuklar; anne bloggerlar teşhirci mi? Neden kendime anne blogger diyorum?

Bir evin bir kızıyım. Annem ben henüz 1 yaşındayken geçirdiği yüz felci sonrasında hastalanıyor ve ömrünün sonuna kadar yardıma ihtiyaç duya...