12 Haziran 2014 Perşembe

Asker Günlükleri Ders 1: Özlemek; kalbin, ihtiyaç duyduğuna dair yoksunluğunu gidermesi için insana hissettirdiğidir...

Sözdü, nişandı derken kafanızı ardı arkası kesilmeyen "tatlı telaşlar" başlıkları altında ütülediğim zamanları inkar edecek değilim asla.Şimdilerde ise"başa gelenin çekildiği" bir dönem olan asker nişanlısı olmaktan bahsetmek istedim.Daha önce hayatımın hiçbir döneminde bu kadar zorlanmadığımı kendime itiraf ederek başladım önce kabullenmeye..

Bu kabullenme hissine aşina olamıyor insan ki bu da farkındalık sağlayamadığınız en acı gerçekten ibaret.
İlk aşamada "Nasıl yani, şimdi istediğimde ulaşamayacak mıyım, arayamayacak mıyım, göremeyecek miyim?" lere mevzu bahis olan bir çok soru işareti oluyor kafanızda, nitekim zaman geçtikçe anlıyorsunuz ki bunların topyekun cevabı "işlerin sivil hayattaki gibi yürümediği" oluveriyor..

BEN ÖZLEMEDİM Kİ SENİ; KEDİ ÖZLEDİ..

Bir muammanın içine düşüyorsunuz onunla birlikte, akabinde sizin de hayatınız altüst oluveriyor, yalan değil.Hafta sonu dışarıya çıkmak istememenin yanı sıra işten eve - evden işe ikilisi cazipleşiyor elinizde olmadan..Zaten haftasonlarını ve iş çıkışlarını her zaman hemde her zaman onunla değerlendirdiğinizi farkediyorsunuz.Ha bir de O'ndan başka çok az arkadaşınız olduğunu...Onlarla da dışarı çıkmak yerine; evde ayıcıklı pijamalarla oturup, abur cubur eşliğinde dedikodu yapmayı yeğliyorsunuz.
Bunların yanı sıra; bu yazı içinde bulunduğum durumla doğru orantılı olarak birinci tekil şahıs seslendirmesiyle devam ederse; özlem içerikli her şey ilgi alanıma girmeye başladı.Özlemi anlatan şarkılar,kitaplar,bloglar:) 

Bir göz kalemi, bir rujdan ibaret geziyorum ortalıklarda.Öyle aman ojemin köşesi bozulmuş eyvahlar olsun diyip; 20 parmak baştan sürme devri kapanmıştır arkadaşlar! P.S: En azından askerimiz dönesiye kadar;) Saçımın dibi gelmiş olabilir ya da ojemin köşesi bozulmuş; akabine "Aman boşver!" serzenişiyle birlikte; "Batsın bu dünya" havaları :))

Benim zırvalamalarım bir köşede duradursun, uzun lafın kısası en az sevmek kadar güzel sevilmek.

Günde 2-3 kere telefonla konuşabiliyoruz.Yemin töreninden sonra 2 gece 3 gün beraber geçirdik.Kavuştuğumuz anın sevinciyle, onu birliğinin kapısına uğurlarken yaşadığım hüznü eş tutuyorum.İnanın biri birinden ağır basmıyor, nasıl bir sevinç kelimelerle ifade edilemeyen ve ona eş bir hüzün...Şimdilerde telefonunu genelde gece saatlerinde biraz olsun kullanabiliyor.Ufacık zamanları dolu dolu değerlendirmeye çalışıyoruz işte.

P.S: Blog sayfama askerlik için bir sayaç ekledim.Tahmin edebileceğiniz üzere; geri sayım söz konusu:) Tamamen kendi şahsım için itinayla hazırlanmıştır :)))

Demek ki ne imiş; yazının özeti başlığıymış.

Özlemek; kalbin, ihtiyaç duyduğuna dair yoksunluğunu gidermesi için insana hissettirdiği imiş...

10 Haziran 2014 Salı

Kendime sorular


1) En çok sevdiğin yönün nedir? 
Hayata bakış açım.
Sanırım herşeyden ama herşeyden mutlu olabilirim.Aslında canım burnumdayken; deniz kenarında bir çay içmek mesela...

2) Sen hiç yağmur altında ağladın mı?
Yağmur altında ağlamayan ölsün :)
Öğrencilik zamanlarıma denk gelmişti benim aslında.Üniversite yıllarımdayken yani... (Bak sen şu konuşana; beni gören de üniversite biteli yıllar olmuş sanır:)
O zamanlar hem okula gidiyorum; hem de tatil günlerini çalışarak değerlendiriyorum.Bir ajansa bağlı stand görevlisi olarak çalışıyorum.Gelen işe göre; kimi zaman kozmetik reyonunda bir supervisor edasıyla; kimi zaman da yılbaşında çerez satarak:)
Ajans işi yapmış olanlar bilir; tek tip kıyafet uygulaması olur ve kıyafetleri ajans sağlar..
Bir gün yine bir stand işindeyken babetlerim ayağıma vurmuştu.Nasıl bir can yakısı, nasıl bir acı...Allahım yarabbim; bütün gün ayakta zor durdum.Paydos saati geldiğinde an beklemedim; can havliyle çıktım ordan; hava da yağmurlu.
Şemsiyem vardı;açmadım.Yağmurun altında ağlaya ağlaya yürüdüm.
Zannederim ki o gün; bunu yapmak bir nevi günün stresini atma yöntemi olmuştu benim için.

3) Diyelim ki sana üçü dilek hakkı tanındı. Ama sadece insanları değiştirebileceksin. Neleri, kimleri ya da hangi özellikleri değiştirirdin? 
Bilenleriniz bilir; ilk ailemin sağlığını değiştirirdim herhalde.Tek bacaklı korsan dedeme bir bacak mesela:) Ya da anneme biraz akıl fikir :)
Babamı zengin ederdim:) E zenginlik de bir sıfat sonuçta:) Sonrası "babam sağolsun" mantalitesi vesselam..:)
Bir de herkesin bana toplu ulaşım araçlarında yer vermesini isterdim, ayakta gitmekten nefret ediyorum zira...

4) Sen hiç yaz yağmurunda denize girdin mi? 
Hayır; yalnız Mayıs ayında nişanlımla havanın pek de hoş olmamasına rağmen; denize girmiştik.

5) Yaşadığın en gülünç durum nedir?
Ortaokuldayken; Fethiye'de havuz başında bir düğüne katılmıştık.Gelinle damat salona giriş yaparken, ortam hareketlenince 2-3 yaşlarında bir bebek denize düştü, kalabalıkta ilk farkeden ben olduğumdan havuza atlayan da "gecenin kahramanı" olan da bendeniz olmuştum.Ne kadar gecenin kahramanı olduğumu düşünsem de; uzaktan "gecenin soytarısı" imajı çizdiğim kesin:)

6) Kendine ünlüler dünyasından bir eş ya da sevgili seçseydin kimi seçerdin?
Kimseyi.

7) Hayatın bir film olsa hangi aktör ya da artist oynasın isterdin?

Tabi ki Marilyn Monroe
Başka sorusu olan???


8) Sen hiç halka açık bir alanda kimsenin ne düşündüğünü umursamadan ağladın mı?
Nişanlımı; her iş seyahatine uğurladığımda...O yüzden çok ağladım öyle sokaklarda :) Tabi bir de askere uğurladığımda..

9) Süperman mi Batman mı?
Sevmem onları ben; en karizmatik REDKIT !

10) Çocukken hepimiz bir nesneyi ya da bir olayı başka bir şey zannederdik. Senin böyle ilginç düşüncelerin var mıydı?
Gece yatağıma girerken; terliklerimi ters çevirip koyardım ki gece altı pislenmesin diye:) Beyin bedava...

11) Hayatın anlamı nedir?
Nişanlım. Bir de gelecekteki bebeğimiz...

22 Mayıs 2014 Perşembe

Ortaya karışık



Ben geldim; gel gelelim pek bir havadis yok hayatımdan...Sanırım nişanlımın askerde olmasına üstüne bir de işlerin ters gitmesi eklenince pek bir hareketlilik kalmadı hayatımda; derken; daha önce de söylediğim gibi, uzun süre önce almış olduğum tablete daha yeni yeni heves ettim.Vallahi aslına bakarsanız yine etmezdim de; bu "asker yolu gözleme" işi bende o kadar büyük bir boşluk yarattı ki; çaresizseniz çare sizsiniz felsefelerine büründüm; üstüne bir de google play oyunlarına sardım.

Nişanlımı askere uğurlar uğurlamaz kendime bir BOO BEBEK edindim:) 7 Mayıs'tan bu yana hayatımın bir parçası oldu Boobebeğim:) Aslında My Pou diye çok benzer bir uygulama daha var olsa da ben Boo'mu hiçbirşeyciklere değişmemmm...

Banyosu, nennisi, yemesi-içmesi, oyun ihtiyacı gibi temel görevler yüklüyor size oyun; yanı sıra içinde barındırdığı eğlenceli oyunlarla da hem vakit geçirme hem de altın toplama imkanı sunuyor.Keyifli zaman geçirmek amaçlı sevimli bir oyun; amaç buysa acilen bir Boobebek edinin derim ben ;)

Gelelim; facebook'umun olduğu zamanlardaki fi tarihinden bu yana müptelası olmaktan kendimi bir türlü alıkoyamadığım çiftlik oyununa.Tabi ki; FarmVille'dan söz ediyorum.Üstelik android uygulaması birçok yeniliği de beraberinde getirmiş.

Gizli bahçeler, balık avlama, madencilik gibi imkanların dışında; çeşitli görev tamamla-ödülü kap şeklinde işleyen sürpriz hediyeler mantalitesinde inanılmaz bir değişim ve gelişim kaydetmiş oyun.Tek sorun: bağımlılık yapabiliritesi...Aman dikkat!

Şimdilik google play oyunları için benden bu kadar.Eğer ki güzel olduğuna inandığım keşiflerime yenileri eklenirse bilahare paylaşırım.

Bu arada tam bir hafta sonra başkentteyim inşallah.Sevgili nişanlımın acemi birliği bitiyor, ben de Ankara'ya geçiyorum ki; artık ne kadar görmem mümkünse o kadar görebileyim diye.Anne'yi de özledim gerçi, dur bakalım eğer o zamana durumlar müsait olursa birkaç gün daha kalırım.

Kendime yeni ciciler de aldım.Şu sıralar sezon başlangıcı olduğundan fiyatlar el yakıyor.Mavi'nin kot modellerine bayıldım ama bayılmak yetmiyor, para da bayılmak lazım.O yüzden kot için ucuza kaçtım ben.Üst giyim içinse şahsi fikrim; Bershka ve Stradivarius'tan yana.Zara ve Mango'ya diyecek laf yok ama çok pahalı şimdi...Sezon sonu görürüm ben sizi hahaha:) Yaşasın kötülük.

Neyse; içime sinerek ve çok beğenerek bir şeyler aldım sonuçta.Bir de İzmir-Karşıyaka'da Addax diye bir mağaza keşfettim ki hazine vallahi.Hem çok güzel kıyafetleri var,hem de çok uygun.Gidip bir görmenizde fayda var.

Amaaan, işte öyle böyle geçiyor zaman...

16 Mayıs 2014 Cuma

Hayatımın aşkıyla nasıl tanıştım?

16 Mayıs 2011, omzumun üstünde duran civciv sarısı saçlarım var; kırmızı bir elbise giymiş,saçlarımı bukleli yapmışım.Uzaktan Marilyn Monreo, yakından ise sadece ben...50 kiloyum o zaman; cılız duruyorum hani böyle daha çocuksu ama yine mabad yerinde:) Üniversitemin bahar şenliğine gidebilmek için; evden kavga kıyamet, feryat figan izin koparmaya çalışıyorum.Tüm çabam devam ederken çareyi babamı aramakta buluyorum nitekim kıyamıyor "bir evin bir kızına". Sonuç itibariyle o da çareyi izin vermekte buluyor ta ki Cindirella kül kedisine dönüşesiye yani konser bitesiye kadar...Çıkışta gece 12'de bal kabağına dönüşecek arabasıyla beni almaya geleceğini de iki lafın arasına kıstırıyor babam.

Siyah topuklu ayakkabılarımı giyiyorum, siyah bir şal uyduruyorum hemen üzerime; hem İzmir'de havaya güven olmaz diyerek, hem de ayakkabılarımla takım olsun diye.Siyah küpelerimi takıyorum, bir şey unuttum mu diye kırmızı el çantamı kontrol ediyor, alelacele rujumu tazeleyip; baba sıfatı fikrini değiştirmeden üniversiteye yollanıyorum...

Sevgi'yle kapıda buluşuyoruz, kalabalıktan birbirimizi bulmamız haliyle zaman alıyor.Konser alanında tatlı bir telaşla kendimize güzel bir yer edinmeye kolları sıvıyoruz.Seviyorum MFÖ'yü ne yapayım...Önlere doğru yürümek imkansızlaştığı anda duruyoruz, yerimiz fena değil derken konser başlıyor.Ben bazı bazı parmak uçlarımda yükselerek sahneyi görmeye çalışsam da yine de halimden memnunum.Sevgi'yle hem konseri izliyor, hem şarkılara eşlik ediyor hem de birbirimize bakarak dans ediyoruz.

Sonrasında; dans ederken herhalde bir ara arkaya doğru bakmış olucam ki bir delikanlıyla göz göze geliyorum, birkaç saniyeliğine...O anı yaşıyorum sadece, o "birkaç saniyenin" bugün benim için "bir ömür" anlamına geleceğini bilmeden...Kafamı önüme çeviriyorum, içimde sanki çocuğumu terk etmişim kadar acı bir his, arkada bırakamam ki şimdi onu...Garip bir şey oldu çünkü, ne vardı gözlerinde? Hüzünlü müydü acaba ya da derdini tasasını bir kapının ardına kitlemiş gelmiş olabilir mi? Kim bilir; belki de bir yerlerde sevgilisi var şuan...Arka arkaya milyonlarca ihtimalin üzerinde duruyorum, bir kaç kez daha bakıyorum.Her baktığımda gözü  gözü gözümde, o kadar masum o kadar temiz görünümlü ki... Bir karar alıyorum o an; Sevgi'yi dürtüyorum : "Hemen arkamızda beyaz tenli,uzun boylu,kumral çocuğa bak; gör işte evleniceğim adamı" diyorum.Sevgi işin cılkını çıkartıyor; kafasını sağa sola döndürüp, gözlerini belerte belerte bakıyor ama bir türlü göremiyor.O göremedikçe ben komik halimizi düşünüp, tedirgin oluyorum.Sevgi bir türlü görememiş olsa da biz "o çoçukla" konsere beraber gelmiş gibi şarkıları beraber söylüyor sık sık birbirimize bakıyoruz.Derken; konserin sonlarına doğru Sevgi'nin de benim de çişimiz geliyor :) Eğer arkamdan gelmezse hayırlısı değilmiş diyorum kendi kendime.Kalabalığın arasından sıyrılmaya çalışırken arkamdan sağ kolumu tutuyor "o çocuk".

-"Merhaba, tanışabilir miyiz?"
Cevabım gecikmiyor, -"Evet, tanışabiliriz ama biz şimdi tuvalete gidicez, ordan da su almaya."
-"Tamam, biz de gelelim o zaman sizinle.",

Derken; arkadan zübük tipli bir arkadaşı çıkageliyor, tuvalete vardığımızda içeri girip kısık sesle bağırmaya başlıyoruz Sevgi'yle.Kısık sesle sevinmek, duymasın diye :) Çişim falan geri kaçıyor, makyaj tazeleyip çıkıyorum, su almak için kafeye gidiyoruz.

Bir kedi gördüm sanki?

Hemde zavallıcık; koltuğun altına pusmuş, kafe personeli o ufak beyniyle sopayla korkutarak kaçırmaya çalışıyor.An itibariyle hayvan severliğim bir kez daha kabarıyor böylelikle...Ama "o çocuk", şimdi adım gibi eminim ki kediye değil, bana kıyamadığından pisiyi kurtararak hayatımın erkeği olmaya ilk adımını atıyor...

İŞTE "O ÇOCUK" SENSİN!

Tam 3 yıl önce 16 Mayıs...İşte böyle başlıyor herşey, bugünse seven ve sevilen'im ben...
23 yaşında nişanlı genç bir bayanım artık...
Dün gibi hatırlıyorum her saniyesini,  aslında seninle geçirdiğim 3 yılın her saniyesi şimdi,şuan kadar yakın bana, şuan kadar yaşanılabilir hafızamda...

Bu yıl dönümümüzü ayrı geçirdik; diğer nice sevgili, nişanlı ve eşler gibi asker bekliyorum bende.Askerlik zor mu bilemem ama beklemesi çok zormuş.

Sana yazdığım mektup ve kargo eline ulaşır umarım.İçim bir garip oldu sanki hüzünlendim biraz.Sayılı gün çabuk geçmiyor şayet...

En kıymetlim; seni çok seviyorum... Sadece yıl dönümümüz değil; kocaman bir ömrümüz şimdiden kutlu olsun...

15 Mayıs 2014 Perşembe

Olmak Ya Da Olmamak...

Su siralar yaklasik 2 yil once sahip oldugum tabletime tam anlamiyla dadanmis bulunmaktayim, ingilizce karakterlerle yaziyor olmam da ispati niteliginde:)

Babam aksamlari laptopu esir ettigi icin ben de bunun uzerine veryansin etme durtumle yazmaya koyuldum. Bugun cok guzel bileklik tasarimi yapan bir dukkan kesfettim İzmirde, haliyle ne bulduysam aldim...Gunun tum anlam ve onemi bundan ibaret simdilik benim icin. Asil beni dusunduren sey ise yarin tarihin 16 Mayis olmasi, yildonumumuz...Sayili dakikalar kaldi artik yeni bir gune ve yanliz gececek bir yil donumune...Bu gece benim icin zor gecicek desenize, pek tadim tuzum yok vesselam...

Tum melankolikligim ve ben yalniz gecen yildonumu serzenislerimle "3 yili devirirken" birseyler karalamazsam olmaz yarin...
Hadi ben yataga yollanayim en iyisi...

Cunku iyisi mi coraplarimi cikartip, dislerimi fircalayip, guzel bir uyku cekmek icin yataga yollanmak...

Soma Faciası

Bir işçi, bir emekçi çocuğu olarak onların hikayesine bir nebze aşina olanlardanım bende.Babam bir döküm ustası; alın teriyle senelerce evinin ekmeğini, ailesinin rızkını namerde muhtaç etmeden kazandı; yaş dayalı 50'ye hala çalışmakta.Çok şükür olsun ki; dişinle tırnağınla başımda duran dev bir çınar ağacı babam.

Ağır işçilik yapanların kaderidir; elleri ayakları her daim yara bere içindedir, ellerindeki ve ayaklarındaki yaralarından dolayı da tozu pası derisine kadar işler...Babam gibi bir dökümcü örneğin; sık sık yanıklara maruz kalır; ya bir yeri yanar, ya da bir iş kazasında bir yeri kırılır...Değil mi ki benim babam;evine ekmek parası götürmek için çalışan hangi el mukaddes sayılmaz?

Alnının teriyle, bileğinin hakkıyla çalışan, haram lokma yemeden, evini yuvasını namerde muhtaç etmeyenler...

Kayıplarımıza Allah'tan rahmet; yaralılarımıza şifa, hala karanlıkta olanlara umut ışığı dileğim ve dualarımla...

Sarılalım Sıkı Sıkı...

Aslında nereden başlayacağımı bilemiyorum, bloguma ve blogumu takip eden herkese karşı büyük bir suç işlemişcesine kendimi zan altında hissettiğimi söyleyerek başlayabilirim sanırım. Hoş yaptığım şeyin büyük bir suç olmadığını savunduğum da söylenemez :) Sağlam bir ara vermiş oldum bloguma; gel gelelim demek ki bloga, sizlere, kelimelerime ve kendime güzel anektodlar katabilmişim demekki ki; aramıza yeni TıKTıK'çılar da katılmış...Hepiniz hoşgeldiniz, her zaman söylediğim gibi umarım ben paylaştıkça, siz paylaştıkça ve birbirimizin sesine kulak verdikçe kocaman bir aile olma yolunda son sürat ilerleriz...

Bittabi bu uzun aranın sebebi aslında bloguma kırgınlığım, kızgınlığım değildir...Aksine bu kadar ihmalkar davrandığım için kendime kırgınlığım ve geri dönmenin inanılmaz neşesi ile bu zamana kadar neden beklediğime alam veremeyişimin KIZGINLIĞIDIR!

Hayatımdaki değişim ve gelişimlerin ardı arkasının kesilmediği; yapılması gereken, yapılacak hatta yapılması planlananların gerçekleşmesi ve tabi ki herşeyin gönlümce olması için dur durak bilmeksizin çabaladığım, şahsi kanaatimce soluksuz bir dönemi tam da hayal ettiğim şekilde sonlandırdım. Ne mutlu bana; tüm bu dönemde herşey tam da hayallerimi süsleyen şekilde gerçekleşti...

Nişan hazırlıkları diyerek başınızın etini yediğim günlerin ardından nişan hazırlıkları yerini nişan gününe doğru bırakmaya başlamıştı ki aksilikler peşimi bırakmadı.Evimizin "dede sıfatı" 1 hafta kadar hastanede yattı; ameliyat oldu, taburcu oldu; derken de nişan günü geldi çattı. Tadına doyum olmayan bir heyecan, bir mutluluk aldı başını gitti o gün.Böylelikle 18.04.2014 Cuma günü ben de nişanlı bir bayan sıfatına bürünmüş oldum.Şimdilik bu şekilde paylaşıyorum sizlerle; zira nişan gününün tüm detayları için ayrı bir TıK yazmam gerekicek...Seneler sonla eşimle okurken bize o güne geri dönme fırsatı verebilecek kadar güzel bir hatıra hazırlamak arzusundayım çünkü.Yanısıra şimdi bir nişan fotoğrafı paylaşmazsam da olmaz gibime geliyor.İşte bu İzmir-Asansör'de yapılan dış çekimden bir kare...Daha fazlasını nişan hakkında bütün detayları paylaşacağım bir yazı ile paylaşıcam sizlerle ;)

Nişan ertesi; tüm vaktimizi beraber geçirdik, gezdik,eğlendik hatta inanılmaz güzel yerler ve mekanlar keşfettik.Sanırım bu sayede asker dönüşü müdavimi olacağımız yeni mekanlar da edinmiş olduk. "Asker dönüşü mü?" Asker dönüşü tabi...Nitekim 07.05.2014 Çarşamba itibariyle; namı değer nişanlım da artık asker ocağında.

Şimdiden sanki yıllardır bekliyormuşum gibi bir his var içimde.Sanırım en çok beni üzen, istediğim zaman haber alamıyor olmak.Ufak tefek iş amaçlı şehir ayrılıklarımız olmuştu daha öncesinde; alışkın olmam gerekir ama yine de o zaman sürekli konuşabiliyorduk...Şimdiyse daha farklı, hem konuşma imkanımız çok kısıtlı hem de bu bizim en uzun ayrılığımız olucak.Dahası yarın yıldönümümüz:( Dün Ptt'den bir kargo gönderdim ona.İzmir'den Kastamonu'ya teslimat süresi 2 gün dedi oradaki memur; tam zamanında yani..Kargomun içine 2 tane çamaşır alıp koydum, en lazım olan şey, kesin kullanır:) Bir tane de tshirt aldım, aslında giyebileceğini zannetmiyorum ama yine de koydum; 2 donla yıl dönümünü geçirmeye gönlüm razı olmadı:) Bir de mektup tabi...Bizim de bir asker mektubumuz olsun istedim, Ptt'deki ayaklı masalarda dikilerek yazdım mektubu; öncesinde bir kırtasiyede süslü mektup kağıdı da aradım :)) Sen kalk 30 yaşında adıma süslü mektup gönder..Neyse Allah'tan bulamadım da gönderemedim, yoksa vallahi de göndericektim:) Sonuç olarak kırtasiyede açık mavi bir mektup kağıdı buldum, ona yazdım..

Yarın yıl dönümümüz; dolu dolu 3 yılı devireceğimiz ve 4. yılımızın kapısında duracağımız gün...Bense bu yılı tek başıma bloguma yazarak kutlayacağım...Bu yıl sabahtan akşama kadar gezmek tozmak, güzel bir akşam yemeği, sarılalım sıkı sıkı modum olmayacak ama yine de mutluyum.Şayet gerçekten seviyorsanız; yanında olması cennet,  uzakta ama iyi olduğunu bilmek ise mutluluk için bir sebep oluveriyor...

Askerlik dönemi ve blog ilişkisine gelince; ruh halimi bu kadar etkileyen bir durumun satırlara yansımamasını beklemek hayal olur herhalde.Böylelikle bende "asker günlüğü" yazıları hazırlamaya vesile bulmuş olurum.Hayatımı dönem dönem anlatmak güzel oluyor; nişan günlüğü,asker günlüğü derken evlilik,hamilelik,bebek günlüklerine doğru giden bir yola çıkarım böylelikle ve adım adım hayatımı, her zaman söylediğim kafamda deli sorular listelerimi, hayallerimi, geçmişimi ve geleceğimi bir köşeye biriktirebilirim belkide...

Şimdilik paragrafları uzun; anlatılması gerekenler için yetersiz bir yazı oldu aslında ama benim için pahada ağır...Genel anlamda geçen tüm zamanın ve blog boşluğunun özeti bundan ibaret olsa gerek.Sık sık yazı paylaşarak aradaki boşluğu kapatmaya çalışmamda bir sakınca yoktur umarım ;)

O kadar çok mail almışım ki; neredeyse blogumu takip eden ve aramıza yeni katılan her TıKTıKçı yokluğumdan dem vurmuş, gerek son paylaşımıma yorum olarak, gerekse mail olarak veryansınlar tarafıma bir şekilde ulaştırılmış:) Bu kadarına şaşırmakla beraber, tarifi mümkün olmayacak kadar da mutlu olduğumu söylemem gerekir.Sonuç olarak, bir kez daha tüm samimiyetimle; " İyi ki varsınız..."

Ben geldim...
Sizleri seviyorum...

SARILALIM SIKI SIKI...

Blogger anneler fenomen çocuklar; anne bloggerlar teşhirci mi? Neden kendime anne blogger diyorum?

Bir evin bir kızıyım. Annem ben henüz 1 yaşındayken geçirdiği yüz felci sonrasında hastalanıyor ve ömrünün sonuna kadar yardıma ihtiyaç duya...