27 Haziran 2014 Cuma

BOL TİLKİLİ GÜNLER

Paylaştığım ilk yazıya baktım bugün. "En doğru başlangıç 'ben'im. Kendim. 91 yılının Eylül ayında bir sonbahar gününün tüm karamsarlığını üzerime pelesenk edip, ailemin Pazar tatilini İzmir Fuarı'na giderek değerlendirmek istemesine tepki olarak doğdum." diyerek başlamıştım yazmaya...

23 yaşımın son demlerinde; 24'ümün kapısında duruyorum.Klişelerden bir esintiyle; zaman ne kadar çabuk geçiyor diye düşünüyorum kendi kendime.

Kendimi tanıyorum; kim olduğumu, ne olduğumu dahası ne olmak istediğimi biliyor ve geleceğimi daha çok kestirebiliyorum artık..Bak tekrar düşündüm şimdi; "Zaman ne kadar çabuk geçiyor..!"

Kafamda bin tane tilki var yine; çok dolaşıyor, çok konuşuyorlar ve her zamanki gibi hiçbirinin de kuyruğu birbirine değmiyor.

Bir şeyler karalamak istedim dün; vazgeçtim.

Kararsızım her konuda.En basitinden karnım guruldasa; dolabın kapağını açıp on dakika bakıyorum; onu mu yesem bunu mu yesem...Yemiyorum sonra; bikini sezonu açıldı, formunu koru diyor tilkinin biri.Çabuk kulak asıyorum bende.Gören de sanır ki deniz-kum-güneş üçlüsüyle geçiyor yaz tatili.Neyse Allah'tan birileri klimayı icat etmiş de biz de sebepleniyoruz.

Al işte nereden nereye bağladım yine konuları.Aynı anda birçok şeyi birden düşünüyorum.Dolayısıyla birçok şeyi birden yazıyorum.Giriş, gelişme ve sonuçsuz bir dönem oldu bu asker bekleme işi.

Bu 6 ay sürecek bekleyiş sırasında hayatımı "pause" düğmesine basıp bir köşeye yerleştirmiş, hatta başucuma koyduğum zamanı daha hızlı akması için böylesine kuvvetli itelerken; hep söylediğim gibi yapmakta olduğum bir diğer şey ise -beklemeye devam etmek...

Bir diğer tilki konuşuyor bak yine kafamda.Bu bekleyiş daralttı beni...Şayet "ZAMAN ÖYLE ÇABUK FALAN GEÇMİYOR!

25 Haziran 2014 Çarşamba

Yardımınıza İhtiyacım Var!

"O Çocuk" geliyor...

Güzel bir haberle başladım güne.Çarşamba en sevdiğim gün mü olsa ne? Neyse; şimdi gevezeliğin sırası değil.Size topuklarım popoma değe değe haberi vermeye geldim."O çocuk" yani sevgili nişanlım; KPSS sınavına girmek için askeriyeden iznini alıyor; ve bu doğum gününü beraber kutlayamayacak olsak da; bizi beraber geçireceğimiz güzel günler beklemeye başlıyor.

Tam bir hafta sonra tarih 2 Temmuz'u gösterecek ve benim tez elden marjinal fikirlere ihtiyacım var zira; sevgili nişanlıcağızımın doğum günü için bir şeyler yapmam lazım.Sıradan bir şey olmasını istemiyorum.Sürpriz yapma imkanımın da olmayışından olsa gerek; en azından hediyem sürpriz içersin istiyorum.

Asker adama ne alınır ki? Bir tshirt alsan giyebilecek, saat alsan takabilecek sanki...O yüzden benim sevimli hatıralar bırakacak zeka parıltılı hediye fikirlerine ihtiyacım olsa da; allem ettim kallem ettim; hediyemi hatta ve hatta tabiri caizse minik hediyeciklerimi nasıl takdim edeceğim konusunda güzel bir fikir edindim:) Böylelikle hediyelerini açarken pek bir eğleneceğimizi düşünüyorum.Aslında kullanabileceği şık bir hediye alıp; romantik bir akşam yemeği yemek imkanımız olsaydı, böyle bir sıkıntım olmayacaktı.Bildiğiniz gibi kendisi askerde ve biz bir özel günümüzü daha ayrı geçirmek zorundayız hatta belirtmem de fayda var ki; bu inanılmaz derecede katlanılmaz bir durum...Neyse ki en başında müjdelediğim üzere; doğum gününden birkaç gün sonra yanımda olacak:)

Lafı çok da dallandırıp budaklandırmaya gerek görmüyorum; uzun lafın kısası doğum gününde beraber olma ihtimalimiz olmadığından; parlak fikir baloncukları arayışı içerisindeyim.Hediyemi nasıl vereceğim konusunda; aklıma yatan bir baloncuğum var; vaka tek sıkıntı mini mini hediyeciklere ihtiyaç duyuyor olmam.

Asker olduğu için blogumu takip edebildiğini sanmıyorum ama yine de eşeğimi sağlam kazığa bağlamayı ihmal etmek istemiyorum.Bu yüzden de hediyelerimi nasıl verdiğimi sizlerle sonrasında paylaşıcam:)

Şimdi asıl problem şu; küçük boyutlarda "bir tanesi as hediye" olmak kaydı şartıyla; miniş miniş hediyeciklere ve dolayısıyla sizden gelecek fikir baloncuklarına ihtiyacım var.Post'un altına yorum olarak bırakabilirsiniz ama ben yorumlarınızı yani fikir baloncuklarınızı hediyemi verdikten sonra yayınlayabilirim.Anlayacağınız; devir teslim törenine kadar "minik minik hediyecikler ve fikir baloncuklarımız" aramızda -sır olarak kalmalı ;)

Ya benim yardımınıza ihtiyacım var...

24 Haziran 2014 Salı

Blog yazmak bir hayal kırıklığı mı? Bölüm:1

Beni bilirsiniz; genelde bu tarz konulara değinmem.Dünyanın en salak 10 adamı listesi, pilav pişirmenin püf noktaları tarzında yazılara rastlamanızın mümkün olmadığı;  bolca kendinden dem vuran ve her zaman üstüne basa basa söylediğim gibi "incir çekirdeğinin hacmini doldurmak"tan öte gayesi olmayan bir internet günlüğünden ibaretim.

Her ne kadar kendime ve "kendim için" yazsam da; durağan,olduğu yerde sayan,ilk gününden bu yana bir tık öteye varamamış bir blog olmamak için yazılarımı, ifade etmeye çalıştıklarımı hatta ve hatta ifade etmek isteyip de edemediklerimi dahi güncel tutmaya çalışıyorum.

İyi bir blog sahibi olmanın altın kuralları başlıkları altında zaptirik zupturik blog yazılarını bol keseden okumuş biri olarak; size tavsiyem; aslında tavsiyelere ihtiyacınız olmadığı.Bir çok blog; bir çok bay-bayan kendini bilmiş zira fikri-zihni hür zihniyet, size "nasıl iyi bir blogger olunur" postları altında ahkam keser.Lakin belirtmemde fayda var ki benim gözümde; çaktırmadan ayak parmak arasını kaşıyan,kırmızı ışıkta sümüğüyle minik topaçlar yapanlardan herhangi bir farkları yok kendilerinin.Sürç-i lisan etti isek affola...

Blog'da 1 yılıma sayılı günler kala; blog yazarlığı hakkında bazı şeyleri sorgular, kendi durumumu gözden geçirir oldum."Blog yazmak hayal kırıklığı mı?" diye mesela...

Aslında başlarda tam bir hayal kırıklığı.Zannederim ki bugün işte tam da bu yüzden; bir çok blog bir heves açılmış fakat bir kaç ay sonra internet çöplüğünde kendine en babasından yer edinmiş.Benim tabirimle: Taçsız Kral Sendromu yaşamış; yani kayda değer başlangıçlar yapmış ama kimsenin keşfetmediği, keşfetse dahi sallamadığı bloglar olmuş bunlar.

Bir blog için en kritik zaman; ilk birkaç aydır.Hele de benim gibi facebook,twitter,instagram gibi sosyal ağlarda izine tozuna rastlanmayacak biri iseniz; sesinizi duyurmak çok daha zor, çok daha yıldırıcıdır ve mevzu bahis bu birkaç ay amiyane tabirle "zehir zemberek" geçer...

Tüm bunları düşünerek sorguladım blog yazmanın hayal kırıklığı olup olmadığını.Sanırım beni bu sorgulamaya iten şey; biraz da blogumun 1 yaşına girmesine az bir zaman kalmış olması...

Düşündüm de; bahsettiğim "zehir zemberek" zamanı atlatmış olmasaydım, bugün internet çöplüğünde yerimi almış olabilirdim ben de..Ben de Taçsız Kral'lardan biri olarak ilan edilebilirdim bir blogger tarafından..

O yüzden iyi bir blogger olmanın 10 altın kuralı falan yoktur.Takılmayın bunlara!Asıl kural; vazgeçmemektir.Sesini duyan var ya da yok; en başta "Ben bu blogu yazarım arkadaş, hem de en babasından!" mantalitesi var seni cesaretlendirecek olan...Benim en büyük cesaretim de bu olmadı mı zaten...Birileri gelip beni okuyor zamanla ve takip ediliyorum; her ne kadar umduğumdan daha çok zaman alsa da:) Sonuçta memelerini çekip instagramda binlerce takipçi elde etmek gibi bir şey değil blog yazarlığı; her şeyden öte bir yazma kabiliyeti ister ki ben bunun hep bir yetenek olduğuna inanırım, sonrasındaysa özgünlük,emek ve zaman...

Nitekim işte o zaman geçtikçe de çocuğunuz gibi oluveriyor blogunuz; elinizde büyüyor kereta!

P.S: Bu gece ilk nöbetimizi tutuyoruz askerlikte.Canım nişanlıcığım; 1-3 nöbeti tutacak bu gece; ilk nöbet olmasından mı yoksa asla buna alışamayacak mıyım bilmiyorum ama; şimdiden bu gece 1-3 nöbetine bizatihi iştirak edeceğim kesin...

Unutmayın; "zehir zemberek" zamanlar gelir; ve geçer...


Fal Baktırdım!

Doğrusunu söylemek gerekirse; sizleri de haberdar ederek verdiğim küçük aradan sonra; kalemi elime alacağım gün olarak, bol dinlenceli bol eğlenceli hafta sonu, kendine has bir sendroma sahip Pazartesi akabinde; bugünü seçtim.

Tabi bu kısa aradan sonra da uzun uzadıya cümleler kurmaktan vazgeçmemiş olmam; içler acısı mı acaba? Neyse ki; benim blogum, benim kalemim ;)

Pazar günü kızlarla güzel bir program yaptık.Sevgi'nin Almanya'dan kesin dönüşü benim çeyizime yaradı yine:) Yemiş olduğum çikolataları ve aldığım kalorileri saymazsak; Sevgi'nin hayatıma U dönüşü benim için tarif edilemez bir mutluluk...Dişi kişilik Almanya'dan sadece çikolata değil; zevkimi ve tarzımı bildiğinden almak isteyeceğim ne makyaj malzemesi varsa; tutmuş getirmiş.Ne yalan söyleyeyim; en pahalısı, en iyisi...Ben de elimde çarçur etmeden; bir güzel çeyizime kaldırdım:)

Gören de beni sanır ki 2 ay sonra düğünüm var.Yok be cancağızım..Var daha var :) Seneye yaza diye tahmin yürütüyorum şimdilik:) Aslında sırf tahmin de değil...Fal baktırdım ay ben!

İzmir'de fal işi meraklısına çok cazip seçenekler sunar; vaka, fala inanma falsız kalma mantaliteniz varsa dimağınızın sınırlarını zorlamaya da teşvik eder insanı.

Güzel bir sabah kahvaltısıyla başladık kızlarla programa.O kafeden bu kafeye Kıbrıs'ta girilmemiş mekan bırakmadıktan sonra akşamüstü 4 sularında kendimizi daha önceden adını duyduğumuz Cafe Daisy'de bulduk.Bilirkişi şahsiyetimizin adı Kaan.Adı üstünde söyledim sanırım; bildi adam:) İçinde bulunduğum durumu harfi harfine özetledi; bugünümü anlatan kısa bir sanal tur dinledikten sonra; geleceğim için notlar da düşmeyi ihmal etmedi.
Geleceğime Notlar:
Nişanlımla; 2015 Agustos ayında evlilik,
Evliliğin ilk 9 ayı içerisinde ikiz bebeklere hamilelik,
Sevgili nişanlıcağızım; inşaat sektöründe kendi işinin patronu,
Ankara'da bir hayat (şu Ankara'da yaşama fikrine bir türlü adapte olamadım, olamıyorum..)
Kariyerim oldukça parlak: Ev hanımlığı! 

P.S: Fikri zihni hür insan olan "kendim" için tek kalem not:
FALA İNANMA FALSIZ DA KALMA!

Bir kez daha; SEVGİLERİMLE...

20 Haziran 2014 Cuma

Hadi bakalım...

Zannedersem; 
İki günlük hafta sonu tatilini bahane ederek bir kaçamak yapmanın zamanı geldi.
Kaçamak derken; kastım şudur ki iki nokta üst üste: bol bol uyuyacağım!
Zaten bütün hafta içini kendimi tatil günlerinde alacağım uykuyu düşünerek motive etmiş olmamın da bana en büyük zararı bu oldu.Anlayacağınız öyle bir psikolojiye büründüm ki; bu hafta sonu uyumak zorundayım:)

Ve sanırım;
Bunun en büyük sebeplerinden biri de daha önce bahsettiğim uykusuzluk ve yorgunluk probleminin yanısıra;
dikkatinizi çekerek söylemeliyim ki: asker beklemek.

Anlamadığım şu:
Nasıl zor bir şeymiş bu asker beklemek.Hafta içi zaten zehir zemberek iken, hafta sonu da tatsız tuzsuz...

Lafı bağlamaya çalıştığım şükela nokta ise;
Sizlere; bitmek bilmeyen mutlu bir hafta sonu tatili dilemek.

Hepinize kocaman sarıldım.
Görevi bir hafta sonu boyunca daha son ütücüye devrettim.
Kalın selametle...

P.S: Yazar; sözünü noktaladığı an itibariyle laptop kapağını bir hışım kapatarak; hafta sonu uykusu amaçlı inzivaya çekilmiştir...

19 Haziran 2014 Perşembe

Ben Geldim Bumerang!

Merhaba

Blog hakkında paylaşmak istediğim bir post'la daha karşınızdayım; yeni bir maceraya atılmış bulunmaktayım. 

Neyse; yeni maceramın adı Hürriyet Bumerang.Aslında geç kaldığım ya da ertelemeyi tercih ettiğim bir macera mı o konuda yorum yapma lüksünü vermiyorum kendime.Gel gelelim; bugün bu maceraya tam anlamıyla atılmış bulunmaktayım.

Bumerang üyeliği için başvuru yaptım ve şükürler olsun ki Platin olarak en babasından kabul gördüm:) Yaşasın kötülük! İlk yazım da yayına girdi.

Artık blogla paralel olarak Bumerang'da BEN DE VARIM! Yazılarıma Yazarkafe'de de yer vermeyi düşünüyorum.

Umarım blogumun sesini daha çok duyurma imkanı ederim.Tüm amacım da bu zaten...

BANA ŞANS DİLEYİN!
AY HADİ İNŞALLAH...

Yelken

Kulağımda bir melodi; beni neşeye boğan...Tarifinin pek de mümkü  olmadığı bir huzur verdi gün ortasında bana bu eski; ama aslına bakarsanız hiç eskimediğine canı gönülden inandığım şarkı...

Bir seni sevdim inan 
Gerisi masal gerisi yalan 
Çok özledim daha duramam 
Sebebini sorma of aman aman 
Gel de kaçıp gidelim 
Usandım bu halimden 
Yelken açıp gidelim 
Görünmeden gece sahilden 
Kıpır kıpır oldu içim 
Sana dokunup seni öpmek için 
Bir anda geçse zaman 
Sebebini sorma of aman aman 
                                    (İzel - Yelken)

Ben size boşuna demedim 90'ların tadı bir başka diye; 
Yazarın kendini beğenmiş, bayan çok bilmiş şükela notu :

Sevgilerimle 90'lar...

Blogger anneler fenomen çocuklar; anne bloggerlar teşhirci mi? Neden kendime anne blogger diyorum?

Bir evin bir kızıyım. Annem ben henüz 1 yaşındayken geçirdiği yüz felci sonrasında hastalanıyor ve ömrünün sonuna kadar yardıma ihtiyaç duya...