13 Ekim 2014 Pazartesi

Yine Ne Haltlar Karıştırdım - Part2

Sık sık ortalıklardan kaybolma şeklinde bir kısır döngüye dahil olan; iç karmaşamın son bulmakta olduğu şu günler; bir hayli yoğun geçmekte..

Ne yalan söyleyeyim; bayram tatili iyi bir moral oldu.İzmir'de havalar güzeldi.Stres dolu iş hayatını birkaç günlüğüne de olsa ardında bırakarak, tatilin tadını çıkarmak gibisi yok; bir kez daha anladım..Namı değer kayınvalidem Müş anne teşrif etti Ankara'dan.Mevzu bahis güzel havaları bahane ederek; ne kadar çok gezdiğimizi de; "İzmir'de tozu dumana katmak bu olsa gerek.." diyerek özetleyebilirim herhalde...Bu arada Müş anneden güzel bir cilt maskesi de öğrendim; bilahare paylaşırım, merak etmeyin;)

Sanırım "asker günlüklerim" için son bir veda yazısı hazırlamak lazım gele..

Biraz ötede durduğumun farkındayım; yazamıyorum.İmkansızlıklar içindeyim bilesiniz..Laptopumu ofise taşımak durumunda kaldım.İş saatlerinde zaman ayırmam mümkün olmadığından; geriye bir tek hafta sonum kalıyor ki; hafta içi olduğu kadar, hafta sonları da zamanım dar.

Tatlı bir çeyiz telaşı devam ediyor.Ufak tefek derken; baya baya birşeyciklerim oldu benim:) Askerlik dönemi, işte bu çeyiz yapma hevesi ve alışverişleriyle fazlasıyla iç içe geçti benim için..Zira nişanlısının asker yolunu bekleyen bir kız için; çeyiz alışverişi adeta bir sığınak..Kafayı boş tutmama olayı işte..İçine düşülen boşluğu doldurma çabası, ötesi değil...

Yine ne haltlar karıştırdım ben..Aslında hiçbişey..En sevmediğim şeyi yapıyorum sık sık..Bekliyorum...

SON 17' kala; Sevgilerimle...

10 Ekim 2014 Cuma

4 Ekim 2014 Cumartesi

Sesliler ve Sessizler

Bugün bayramın birinci günü.Her geçen gün hayatın omuzlarıma taşıyabileceğimden fazlasını yüklediğini düşünüyorum.Sevdiğim hiçbir şeye yetişemez oldum.Vitrinde beğendiğim şeyi almaya, uzaktaki esas adama yakın olmaya, eskisi gibi sık sık blog yazmaya, kendimden pay biçmeye çok daha uzağım sanki..Hep bi "cana tak" benimkisi...

İşler tıkırında gitmedi.Umduğumuzu bulamadık, bulduğumuzu ise hiç ummadık.İş hayatı beni  her geçen gün biraz daha köşeye sıkıştırıyor.Eğer ölmeyecek olsam nefes almaya zaman ayırmazdım mesela..Bu son ayım; işlerin allak bullak hale gelmemesi için biraz dişimi sıkıp, ay sonu kendimi kovuyorum işten.Tez elden anlayacağınız, önümüzdeki aydan itibaren işsizim.İş aramayı da düşünmüyorum bir süre, vaka kendime zaman ayırmaya gerçekten ihtiyacım var..

Dün ailecek kabristanlara bayram ziyaretine gittik, her ne kadar çok konuşan biri olsam da sessizliği sevmekten hiç vazgeçmedim ben.Bu yüzden "sessizler"le konuştum dün, kendi sessizliğimde, kendi sessizlerimle..Dedemi özledim en çok.Onun başında çok ağladım,dertleştim.Mezarlıklarda bile insanlar sınıf sınıf biliyor musunuz? Yüksek mermerleri, kabartmalı yazılıları ile süslenmiş aile kabristanları mesela, onlar zenginlerin oluyor.Fakir olanların ise mermerleri olmuyor, hatta başında dikili taş yerine bile tahta parçası koyulup üstüne yazısı yazılıyor.Hayat, sen hayattayken de sen öldükten sonra da adaletsizliğini yapıyor anlayacağın.İşte tam da bu noktada; yaşarken zengin mi fakir mi olduğun mezarından anlaşılıyor.

Herkes yakınlarını görmeye gelmiş bizler gibi.Toprağına su döküyor, çiçeğini koyuyorsun işte..Bu da böylelikle bayram ziyareti olmuş oluyor..Ben ilk defa dedemi bayramda ziyarete gittim.Daha önce hiç dedeme bayram ziyaretine gitmek zorunda kalmamıştım, nitekim biz bir aileydik, aynı evde yaşıyorduk.Dedeme yaptığım ilk bayram ziyareti de böyle geçti.Toprağına su döküp, çiçek bırakarak.Demek insan gerçekten sevdiği birini kaybedince; özel günler rahatsız edici olmaya başlıyormuş, bunu dün anladım.

Benim için sıradan bir gün.Annemi gelen misafirlere -hasta olduğumu- söylemesi konusunda ikna edip, kabuğuma çekildim.Bütün bir günü odamda tek başıma geçirmeye karar verdim.Hoş, elimde dahasını getirecek başka bir alternatifimin olduğunu iddia etmek hayalperestlik olurdu..

Canım daralıyor benim valla..Yatağa girip, hiç çıkmak istemiyorum.
Allah'a emanet, size iyi bayramlar "sesliler"..

8 Eylül 2014 Pazartesi

24'üme Sevgilerimle; BUGÜN BENİM DOĞUM GÜNÜM!

8 Eylül 1991; namı değer doğum günü tarihim.Tastamam 23 sene sonra; 24'ümün kapısında durduğum gün bugün; bugün benim doğum günümmmm!!!!

Dün ailecek Çiçekliköy'e pikniğe gittik.Severim oraları.Havası temiz, doğası güzel, insanı nezih; "bundan iyisi şamda kayısı" hesabı.Bir güzel mangalımızı yaktık, pikniğimizi yaptık derken babamın aldığı doğum günü pastamı piknik masasında üflemek nasip oldu bu sene:) Gerçi geçen sene de arabanın tepesinde üflemiştim..Gece kuzenimin düğününden dönerken; annem babam ve sevgili nişanlım esas adamla birlikte saat 12'yi vurduğunda yoldan pasta alıp arabanın tepesinde kesip yedik:) Anlayacağınız doğum günü pastalarımı üfleyiş tarzım bile ayrı bir kendime has, ayrı bir orjinal..

Yine de geçen seneye nazaran farklı oldu bu doğum günüm.Esas adamın askerliğine, bir de dedemin artık aramızda olmayışı eklenince buruk geçiyor ister istemez.Bu dedemin artık bir daha asla yanımda olamayacağı ilk özel günümken; esas adamın yanımda olmadığı ilk ve son özel günüm..Bugün; biraz komplike bir gün anlayacağınız, e ne de olsa bugün "benim" doğum günüm.

Hatırlanmayı bekliyorum yalan değil, kim doğum gününde unutulmaktan zevk alır ki?Zaten hayatımda olan iki elin parmağını geçmeyecek kadar az insan var; e bir de onlar hatırlamazsa kızarım demi ama! Ailem,esas adam,Müş annem,Sevgi..An itibariyle sırasını savanlardan:) Geriye kalanların da unutması durumunda; vay hallerine...

Esas adam bana uzun zamandır istediğim ayakkabıları aldı :) Daha doğrusu doğuda asker olduğu için aldığı; üç kuruş askercik maaşından bana ayakkabı parası gönderdi. İşte bunlar benim 24.yaş pabuçlarım :)

Sevgili babam ne istediğimi sorar doğum günlerimde:) Bu zamana kadar; telefon,tablet,mp3 çalar vs. isterdim.Ta ki çeyiz hazırlıklarıma start veresiye kadar..Böylelikle 24.yaşımda tercihimi "küçük ev aletleri"nden yana kullanmış oldum.Belki ütü olabilir diye düşünüyorum ama önce ne nedir, neyin nesidir bir araştırmamı yapıp hangisini alacağıma karar vereyim de:)

Hiçbir programım yok.Herhalde cipsimi kolamı alır, laptopu TV'ye bağlar, internetten aptal saptal filmler izlerim.Belki de nişan videomu yüzbirmilyonuncu kere izlerim; bilemedim.Karar veremem şuan..

Gelelim 25.inci doğum günümeee..Ne çabuk geldik deme, tahmin yürütücem:) Muhtemelen bir sonraki doğum günümde; planlarımızca, evlenmiş olucam."Al işte hayattan bir şey daha üttüm." derim o zaman:) Belki balayında olurum bu zamanlar; işte o zaman da size yazmakla falan uğraşamam:)

Neyse ki; bugün boşum, yalnızım.Yazar da yazarım yani.Yazdım da...

Neyse ki; bugün benim doğum günüm!

4 Eylül 2014 Perşembe

SİLKELENDİM HÜZÜNLERİMDEN!

Ne yalan söyleyeyim; bu kadar zor olacağını düşünmemiştim dedemin yokluğunun."Alışkanlık" denilen şey bir garip; ağır, zor zanaat...Ölüp giden dedemin ardından kalan koca bir boşluk.Nitekim bu süreçte kendimi ertelemeye devam ettim; Ağustos benim için çok kötü geçti.Koca bir ay kendi kendi kendine yitip gitti ömürlerden, hüzünle; sevinçten eser olmadan.

Çeyizime aldıklarımın taksitlerini ödeyeyim, esas adamın askerden dönüşünü bekleyeyim, dedemin kaybına üzüleyim derken geçiyor günler.Sık sık kendimi erteliyorum anlayacağınız.Hala otobüs beklemeye sinir oluyorum, hala nişanlımı özlüyorum, arkadaşlarımla kahve içerken sohbet ediyorum, Şegi'yi çişe çıkartıyorum..Değişen bir şey yok zira; "dedemin ölümünden arta kalan"; yine "monoton hayatım" vesselam.

Har vurup harman savurduğum günler geride kaldı.Son bir ayı kötü geçirmedim desem yalanın daniskası.Şimdi ben; silkelendim hüzünlerimden...

Sizleri elimden geldiğince takip etmeye çalıştım; yine de yeterli mi, elbette değil.Sanırım diğer ertelediklerim gibi bu açığı da kapatmanın zamanı geldi...Ha tabi  bir yandan da ağzımda çok laf birikti; tek bir post'a sığdırmaya çalışmak anlamsız.

Sonuç itibariyle; SİLKELENDİM HÜZÜNLERİMDEN!

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Hoşçakal Dede...

Dedemi kaybettik...

07.08.2014; içimdeki sıkıntının tarifi olmayan bir gündü.Yaz ortasında kış mı yoksa kış ortasında yaz mı bilemiyorum dediğimi hatırlıyorum sadece..İzmir yağmurluydu o gün ve dahi bendeniz de pek karamsar... Sayılı saatler sonra dedemin ölüm haberini aldık.

Onu en son 3 Ağustosta bir hastane odasında görebildim; aynı günün gecesi yoğun bakıma alındı.Durumu ağır olduğu için bir daha ziyaretine izin verilmedi.Yemeden içmeden kesilmiş; mini minnacık kalmıştı.Yine de huysuz ve tatlı tavrından taviz vermedi son günlerinde..Sanırım; o da son günlerini yaşadığını en az benim kadar hissetmişti ki; o günü hepimize tatlı birkaç söz söyleyerek tamamladı.Her zamanki sözleriyle sevdi beni."Güzel kızım,tatlı kızım,dedem..!" Her gün tam ziyaret saatinde orada olup; en son ayrılmamıza rağmen; "Yarın erken gelin.." diye eklemeyi ihmal etmedi.Ertesi gün erken gidemedik; nitekim bu onu son görüşümüzdü.

"Dede" ; bu benim ilk söylediğim kelime.Aslında biz büyük bir aileyiz.Annem, babam, anneannem, dedem ve ben..Kendimi bildim bileli bir evin içinde döner dururuz hepimiz.O yüzdendir ki ilk -dede demeyi öğrenmişim ben.Gerçi "-dedededede" diye söylüyormuşum ama olsun.

Güzel bir çocukluğum vardı, dediğim gibi kendi çapımızda geniş bir aileydik.İyi günde kötü günde hep birbirimize dayandık.

Dedemi düşününce aklıma hep çocukluğum gelir.Bir evin bir kızı, tek çocuk ve tek torunum ben.El bebek gül bebek büyüdüm.Bir onun kucağında tıpışlandım, bir ötekinin..

Bir yaramazlık yaptığımda dedemin arkasına saklanırdım hep.."Gel dedem sen, gel, otur yanıma.." Akabinde de bizimkilerden fırça yerdi bir de; "Eh baba; sen şımarttın bunu vallahi.." Bu yüzdendir ki; gözümde hep arkasına güvenle saklanılacak koca bir kalkan olarak kaldı dedem..

O zamanlar oturduğumuz evin altında bakkal vardı.Dedemle uğrak mekanımız; her işten geldiğinde beni aşağıya çağırır bakkaldan bir şeyler almamı isterdi.Çikolatalar,sakızlar,şekerlemeler, her ne ise işte..Büyüyüp koca kız olduğumda dahi; eve bir arkadaşımı çağırsam; "Dedem para vereyim de bakkaldan bir şeyler alın." demeyi ihmal etmedi.Ben her ne kadar koca kız oldum desem de kabul ettiremedim ve o bana hep bakkaldan bir şeyler almaya devam etti...

Her gün takım elbisesini giyer; pek sevdiği kahverengi deri iş çantasını eline alır bürosuna giderdi.Eğer akşamdan onunla gitmek istediğimi söylemişsem mutlaka beni de götürürdü.Büyük sofralar kurmayı, misafir ağırlamayı, Türk sanat müziğini, at yarışlarını, rakıyı, uzun yemek sohbetlerini, fakir fukaraya bir şeyler dağıtmayı, güzel giyinmeyi severdi.Sabahları kahvaltı yapmayı sevmediğim için benimle yemek bitirme yarışı yapmayı da..Hep ben kazanırdım tabi...Hızlı yediğimden değil; sadece dedem yavaş yediğinden.

Onu bir gün bile traşsız görmek nasip olmadı.Asla boş durmayı sevmezdi.Emekli olduğunda dahi erken saatlerde kalkıp traşını oldu, günlük giysilerini giydi ve hep kendine bir meşgale buldu. Ta ki 5 sene öncesine kadar..Şeker hastası olduğu için bir bacağını kaybetti ve bakıma muhtaç hale geldi.Onunla birlikte son 5 senesinde bizler için de hayat güçleşti elbet; ama inanın ki; nefesi yeterdi..Son zamanlarında onun traşsız görmeye alışır olmuştuk, pijamalarıyla oturmasına ise çoktan alışmıştık..

Ama ne biliyor musunuz; dedemi düşündüğümde aklımda o halini canlandırmakta güçlük çekiyorum.Benim hafızamda kalan haliyle dedem; sinek kaydı traşıyla, boğazına kadar çektiği kravatıyla, kolonya kokusu ve kahverengi deri iş çantasıyla en önemlisi iki bacağıyla dimdik duruşuyla...İzmir efesi..

Akşamdan yarın onunla bürosuna birlikte gitmek istediğimi söylememe rağmen; beni geri çevirdiğini ve ilk kez beni götürmediğini düşünüyorum şimdi...

Onun öylece; takım elbisesiyle, pek sevdiği kahverengi çantasını yanına almış, arkasında limon kolonyasının kokusunu bırakarak, iki bacağının üstünde yavaş yavaş evden çıkıp gittiğini varsayıyorum...

Hoşçakal İzmir Efesi.

Hakkını helal et...

7 Ağustos 2014 Perşembe

ZAMAN

Hava yağmurlu...Yağmurlu havaları severim; o gün birazcık dahi olsa karamsar isem; iç dünyamı, kendimi izlerim pencereden.

Nitekim yaz ortasında kış bugün.Belki de kış ortasında yaz; kim bilir..Akıp gidiyor zaman; umarsızca; ona buna aldırış etmeden; kendi halinde, başına buyruk, yaşlandırıcı, yorgunlaştırıcı ve dahi öldürücü...

Dedemden kalmalardan biri zaman.Kulpu kırık bir köstekli'den ötesi değil.Bekleyişler, umutlar, hayal kırıkları, dualar ve "ölüm" zaman..

Ben ne zaman "zaman" desem bil ki canım sıkkın o zaman..Bil ki bir geriye sayım var kader ve kedere doğru.Çünkü bir tek o zaman durdururum ben saatleri...

Kim bilir belki de; köstekli saatin sahibi ölüme bir nefes kadar uzakken böylesine karamsarım; belki de dedemin ölmesini istemediğim, o çektiği tüm acılara sessizce ve tüm naifliğiyle katlanırken benim tüm bunlara tahammül etmeye zorlandığım, bir yandan yanımızda kalmaya devam etmesi için bencilce düşünürken, bir yandan da acılarının dinmesinin tek yolunun bir diğer dünyanın kapısını açmak olduğunu bildiğimden kararsızım.

Bazen insanın canı fena halde yanıyor...
Ve sanırım bir tek o zaman; fısıldar zaman; "Bana bırak.."

Blogger anneler fenomen çocuklar; anne bloggerlar teşhirci mi? Neden kendime anne blogger diyorum?

Bir evin bir kızıyım. Annem ben henüz 1 yaşındayken geçirdiği yüz felci sonrasında hastalanıyor ve ömrünün sonuna kadar yardıma ihtiyaç duya...